Her insan kendi başına bir dünyadır.
Tek yumurta ikizlerinin bile birbirinden farklılıkları vardır.
İnsan, hayat çizgisini ya kendi belirler ya da şartlar belirler.
Kendini keşfeden insan, kabiliyeti doğrultusunda bir şeyler yapmaya çalışır. Bu durumda kendi kararlarını kendin vermek, risk almak, sorumluluk almak zorundasın!
Kabiliyetini keşfedemeyen insan, başkalarının ona biçtiği yoldan gider. Bu yolda risk de sorumluluk da azdır.
Bizim seçtiğimiz yol; yazıp çizmek, araştırıp öğrenip halka aktarmak, bilenin bildiğini bilmeyene aktarmak, olayları merak edenlere objektif bir şekilde aktararak halkın doğru bilgilendirilmesini sağlamaktır.
Bu mesleğe kısaca gazetecilik diyoruz.
Eskiden mübarek ve kutsal bir meslekti. Ses sanatçıları gibi, terzi, berber, oyuncu gibi Allah vergisi bir kabiliyet gerektiren bir meslek…
Örneğin, okuyup hâkim-savcı olabilirsin ama sesin yoksa okuyarak ses sanatçısı olamazsın.
Ben bir oturuşta birbirinden farklı beş haberi bir solukta yazarım ama bir “Kral Çıplak” yazısını ortalama 4 saatte yazıyorum.
Bir taraftan doğru anlatımı sağlayacaksın, diğer taraftan doğru bilgiyi aktarabilmek için araştıracaksın.
Sonuçta köşe yazısı, fikir yazısıdır ve fikrini beyan etmek anayasal haktır.
Ama bizde işler öyle değil! İşler anayasaya göre değil, siyasalyasaya göre işliyor. Bu da insanın elini ayağını bağlıyor.
Geçtiğimiz günlerde yeni nesil ısmarlama bir gazeteci ve yorumcunun biri televizyon ekranında, “Almanya’da domatesin kilosu 20 Euro” dedi.
Eskiden olsa, “Koskoca gazeteci, araştırmıştır, biliyordur” derdik.
Günümüzdeyse, “Kur’an’ıma yalan söylüyor” diyoruz.
Diyoruz da… Bu yalana inanan o kadar çok ki!
Günümüzde işin doğrusunu öğrenmek için Almanya’daki bir yakınına bir “alo” demen yeter ama daha basiti de var: cebindeki Yahudi’ye sor. Her şeyi biliyor Google Amca.
Ama gerçeği ne arayan var ne merak eden.
Biri çıkıyor, din üzerinden ahkâm kesiyor. Kimse de “Doğru söylüyor mu?” diye açıp Kur’an’a bakmıyor.
Öteki çıkıyor, “Lozan bir bitsin, görün” diye başlıyor; Lozan’ın olmayan gizli anlaşmalarını saya saya bitiremiyor.
Ve birileri hem Tunçbilek maden ocağında çalışıp hem de “Lozan Anlaşması bittikten sonra, 2023’ten sonra madenlerimizi çıkaracağız, zengin olacağız” diye seviniyor.
Yalanlar, iftiralar havalarda uçuşuyor diyeceğim ama bizde iş öyle değil.
Bizde yalanlar, iftiralar havada kapışılıyor.
Yerim dar, özetliyorum:
“O iş öyle değil, cep telefonundan şu ayeti oku” dedim. Okudu, çok şaşırdı.
“İyi anlatmışsın abi, eline sağlık” dedi.
Yahu, ben yazmadım; ayet bu ayet dedim ama inandıramadım.
Eskiden elbette bilenler daha çoktu ama bilmeyenler de vardı diye araştırır, inceler; sonra da hayallerimi, projelerimi, umutlarımı yazardım.
“Halka umut vermek, gerçekleri anlatmaktır” derdim.
Artık bilemiyorum…
Gerçekleri yazsak mı, yazmasak mı?