Leke üzerindedir. Kir ise nüfus etmiştir. Parçasıdır. İçindedir. Pislik ise ancak ve sadece atılabilir. Temizlenemez. “Pisliğin kiri hep kalır” denildiğini belki duyanımız vardır.

Bakterili, virüslü bir girizgâh ile filolojik açıdan vurucu etki yapmasını umduğum bir bilgiyi transfer edeyim: Bir çoğumuz İngilizce “Germany” kelimesinin Almanya anlamına geldiğini bilir. Peki Germany ne demektir? “Germ” -mikrop- demektir. “Many” ise -çok- demektir. Yani “Germany” kelime anlamı olarak “Çok mikrop” anlamına gelmektedir. İngiltere maalesef, bu şekilde, ülkelere abuk sabuk isimler vermiştir. Örneğin Çin’e “China” demektedir. “Chin” -çene- demektir. Bu durumda “China” -çenebaz- gibi bir anlam barındırmaktadır. Çin’in durumu fazla kafaya takılacak gibi değil ve ancak Almanya’nın durumu biraz hakarete giriyor. Terörist hitler manyağını İngilizler’e karşı dolduran mevzulardan biri bu idi. Ve ancak dile getirilemiyor. Çünkü durum halen aynı.

Türkiye’ye “hindi” anlamına gelen “Turkey” demiş İngiliz. Peki İngiliz bunu niye yapıyor? Çünkü ülke isimlerini ahali değil, kraliyet veriyor. Kıt zekalı bir prensin zihninden ise adamakıllı bir isim zor çıkıyor. Durum bu. Adamlar kazara Dünya’yı kendilerine düşman etmişler haberleri yok. Dünya’nın yarısına laf sokmuşlar ülke isimlerini belirlerken.

Bu nedenledir ki İngiliz “Benim mücadelem tüm Dünya ile uleayn!” diye delikanlılık taslar. Ve ancak gel gör ki nerede zayıf bir ülke var, nerede güçsüz bir kabile var; hemen üstüne atlar İngiliz. Bu Amerika’da da böyleydi, Avustralya’da da aynı terane, Afrika’da da aynı tarife. Fakat güçlüye karşı anca “Yiyosa suya gel!” diyebilir.

İngiliz’i tehlikeli yapan şu: “Kendimizi savunmalıyız!” derken suyu yakmayı keşfeder örneğin. Ardından bunu denizde dener ve bir anda bütün Dünya tutuşur. “Ups!” der bir de üstüne. Dil temizliği önemli mevzu. Küresel olarak yapmamız gereken konulardan biri.

Temizlik deyince Dünya’nın yörüngesinde ki kirlenme deryası hakkında malumatınız vardır diye tahmin ediyorum. 70 yıldır uzaya gönderilen on binlerce uydudan pek çoğu kullanım dışı kaldı ve yörüngede öylece dolaşıyor. Bazı zeka sorunlular bu uyduları füze ile vurdular. Uydu patlamasına patladı ve ancak yok olmadı tabii… Milyonlarca parçaya bölünüp yörüngede asılı durmaya devam etti. Şu anda Dünya’nın etrafında Satürn Gezegeni’nin etrafındaki halka gibi bir çember bulutu var: Bir çöp halkası. Bunun özellikle yapıldığını söyleyenler var. Niye mi? Çünkü 1960’larda bir çamaşır makinesi büyüklüğünde uydunun yapabildiklerini bugün kibrit kutusu büyüklüğünde uydu yapabilmektedir. Ve bu çöp deryası bu kibrit kutusu büyüklüğünde uyduya gizlenmek, kamufle olabilmek için ortam sunmaktadır. Sebep ne olursa olsun Uzay’ı kirletmek Evrensel bir suçtur.

Uzay’dan ve uydulardan bahsetmişken; şuna ne dersiniz? Gölge ışık diye bir şey . Uzaydaki minicik bir uydu bu ışığı üretebiliyor. Lazer gibi bir şey. Ve ancak herhangi bir rengi yok. Mikrobik teleskopla görüntü büyütme yaparak Yeryüzü’ndeki şahsın kafasının üzerine bu ışık tutuluyor. Uzay’dan adamın kafasına! Bitmedi. Bu ışık kafaya değdiğinde insanın beyninin içinde bir dalgalanma yapıyor. Bu dalgalanma nörotransmitterlerin çalışmasını yavaşlatıyor. Nörotransmitterler yavaş çalışınca beyinde hücresel bilgi alış-verişi yavaşlıyor. Kişi salaklaşıyor yani! Hem de %30’a varan derecede. Gerçi bizim için problem olur mu? Zeka ölçümünde eksi değerler mi var ki?

“İstikbal göklerdedir.” Evet. Ve dikkat; gök değil, göklerdedir. Gerçekten Alem’in iç içe geçmiş boyutlar ve farklı türden fezalar barındırdığı nettir. Atmosfer göktür. Uzay göktür. Mars’ın kendine has göğü vardır. Pek çok gezegen kendine has bir gök sahibidir. Göklerden mavi gökyüzümüze biraz alçaldığımızda konu hava taşıtlarına geliyor. İnsanlık yaklaşık 100 yıldır hava taşımacılığı yapıyor. Uçaklara biniyor ve bir yerden başka bir yere saatte ortalama 750km ile gidiyoruz. Domaniç’in bulutlarla olan özel ilişkisinden ötürü bizler şöyle bir öneri ortaya koyabiliyoruz: Havayolu şirketlerinin dev Jumbo jetlerinden kargo bölümlerini kaldırırsak uçak neredeyse yarı yarıya küçülecek ve üretim maliyeti azalacaktır. Ayrıca bu, yolculuk esnasında daha az yakıt tüketmek demek. İstanbul’dan Ankara’ya yarım saatlik bir uçuşta yanımıza valiz almamız gerekmeyebilir. Yani kargosuz uçan pek çok yolcu var. Bu uygulama bilet fiyatlarını da etkileyebilecektir. Kargosuz uçuş biletleri daha ucuz olabilecektir. Bir sırt çantası ve bir dizüstü bilgisayarı yanıma almak beni Frankfurt’ta 3 gün idare edebilecekse niye koskoca kargolu uçakta uçayım ki?

Biz yazarları yakından ilgilendiren bir haberi sizinle paylaşmak istiyorum. Belki ilginizi çekebilir: Yumruk klavyesi. Yazarken kullandığım bilgisayarın klavyesinin 3 metre uzunluğunda olanını duvara monte ediyoruz. Her tuş bir karış büyüklüğünde. Yazıyı yumruk atarak yazıyoruz. Yalnız aşk meşk metni yazarken konsantre olmak bir zorlaşıyor.

Memlekette bir furya var: eksilterek oluşturmak. Çekirdeksiz karpuz, laktozsuz süt, alkolsüz bira, etsiz çiğ köfte, sarımsaksız cacık… Olmamış şeyler listesi kabarmaya başladı. Daha sayayım mı? Çemensiz pastırma, yoğurtsuz mantı, sirkesiz piyaz, tavuksuz sezar salata, şekersiz elma şekeri, acısız Adana kebabı, cevizsiz güllaç vs… İnanılır gibi değil yahu. Umarım geçici bir haldir bu. Çünkü öbür türlü binlerce yıldan beridir bize ulaşan yemekleri bile ileriye eksilterek taşıyacağız. Bir şeyi ya olduğu gibi yersin, ya da yemezsin. Bu ne ki yani? Sossuz buffalo wing!.. Şaka mı bu? “Tulumba istiyorum ama şerbetsiz olsun lütfen.” Tövbe estağfurullah… Sen aklıma mukayyet ol ya Allah.

Acayip bir keskin viraj dönüp konuyu zart diye paraya taşıyalım: Eğer size çok fazla miktarda para verilseydi alır mıydınız? Espri gibi soru öyle değil mi? Ancak gelin soruyu biraz detaylandıralım: Kişi başı 2.000 Lira’dan 4 kişi Kıbrıs’ta tatil yakaladınız. Zar zor denkleştirip gitmeye karar verdiniz. Kıbrıs sonuçta. Burada kaldığınız otelin yanındaki kasinoya girdiniz. Bir masaya yaklaştınız. 1$ ederinde para yatırdınız. 2 saat sonra kasanızda 300 milyon $ birikmiş vaziyettedir. Kumarhane teyakkuzdadır. Nasıl olduysa 1 ile başlayıp 300 milyona çıkmışsındır. Şimdi… Alacak mısın parayı? Sence kumarhane 300 milyon Dolar’ı unutup üzerine bir bardak su mu içer? Haydi bakalım. Al. 300 milyon Dolar. Senin. Hadi al bakalım alabilecek misin? Al da gör kumarhane tüm sülaleni nasıl siliveriyor… Al hadi…

Para konusundan geçelim çöp mevzusuna. Çöp kamyonlarının konteynerleri boşalttıkları yer iğrenç bir hâl almaya başladı. Her çöp alınışında konteynerlerden sokağa çöp suyu akıyor. Bu su daha sonra kuruyor. Sonra yine aynı yere aynı pis su yine ve defaten akıyor. Artık sokağın çöp konteynerlerinin olduğu kısmında asfaltın üzerinde bir katman var. Halbuki çöp toplama kamyonlarımızın arkalarına su hortumları eklemek suretiyle bu akan çöp kalıntısını 10 saniyede temizleyebiliriz. “Yok, böyle iyi. Biz çöp suyunda yıkanmış sivrisinek tarafından ısırılmaya bayılıyoruz.” deniliyorsa onu bilemem.

“Turgut Abi! Turgut Abi!”

‘N? Nooluyo be?’

“Abi! Hilmi Abi’yi insanlıktan çıkarmışlar abi!”

‘Ne?! Ne diyosun lan sen? Kim yapmış?! Nerede?! Baskın mı yemiş?! Konuşsana layn!’

“Hayır abi… İnsanlıktan çıkarmışlar abi.”

‘Yahu onu anladım. Nerede şimdi kendisi?’

“Abi sen olayı anlamadın. Birleşmiş Milletler’i biliyor musun sen abi?”

‘Ne alaka şimdi?’

“Abi biliyor musun Birleşmiş Milletler’i?”

‘Milletler Cemiyeti. Biliyorum tabii.’

“Abi bu Birleşmiş Milletler İnsanlık Sınavı diye bir şey çıkarmış abi.”

‘Ney?’

“Abi sesli, görüntülü ve yazılı bir sınavı varmış. Bu sınavdan geçenlerin insanlığı tescilleniyormuş.”

‘Ne? Nas… Ne oluyormuş öyle olunca?’

“İşte abi otobüste, minibüste falan indirim. İnsanlık Ehliyeti numaranı girersen bankalarda önden sıra veriyorlar falan.”

‘E bizde girelim sınava o zaman!’

“Abi sınav giriş ücreti 75 Dolar.”

‘Milleti söğüşlemenin yolunu bulmuşlar yani. Hilmi’ye ne oldu peki?’

“Geçememiş sınavı abi. Resmi belge yollamışlar -İnsanlık Sınavı’nı geçemediniz.- diye.”

‘Sığırlık Sınavı’na girsin o denyo. Derece yapar vallahi.’

Rahattaysak ilahiyat ile ilgili düşünmemizde bir sakınca yoktur. Şimdi hanımlar ve efendiler, konu şu; meftalar. Sizce meftalar Mahşer Günü hemen gelsin ister mi? Kabir bahçesinden çıkıp mutlak huzur olan Cennet’e ulaşmak için Kıyamet’i arzularlar mı? Eğer cevap “Evet, tabii ki, öyle olması lazım doğal olarak.” ise şunu hatırlatmak isterim: göçmüş insan sayısı şu an hayattaki insan sayısının 1.000 katına ulaşmıştır. Yani demokrasi diye bir şey olduğunu hepimiz biliyoruz. Aslında yaşayan insan nüfusu yıldızlar arası olmamızla beraber trilyonlara ulaşsaydı belki biraz daha şanslı olabilirdik. İş şu noktaya varıyor; 8 milyar ruhu mutlu etmek için 50 trilyon ruhun isteğini, dileğini ertelemek. Bize torpil geçildiğini sanmıyorum. İlahiyatta öyle bir durum çok ender olur. Demek ki göçenlerin çoğu kabir azabında. Buradan anlaşılan bu. İsteyemiyorlar Mahşer’i çünkü o zaman gidecekleri yeri tahmin edebiliyorlar. Allah günahlarını affetsin. Tabii azabın katlanarak artacağı yere gitmemek için Mahşer’i istemiyor olabilirler. Riskli mevzu. Ancak ilahiyat ilminde düşünce, bilgilenme, hayâl ve sorgulama daima iyidir. Yine de konuyu fazla deşerek durumu ciddiyete bindirip cümleten taklayı atmamızı istemem açıkçası.

Pek saygıdeğer ve muhteremler, et yiyenlere etçil deniliyor. Otçullara vejetaryen deniliyor. İnsan yiyen insanlara yamyam deniliyor. Peki kendisini yiyen insana ne deniliyor? Kendi derisini yüzüp yüzüp, kanayan yaralarının etrafını kaplayan kabuğu soyup, parmaklarının ucundan derileri koparıp koparıp ve hatta tırnaklarını biriktirip tüm bunları yiyen insana ne ad verilir? Hasta olduğu kesin. Da buna verilen isim nedir? “Öylesi de mi varmış be?” Tabii ki var. Taşçıl, toprakçıl bile var. Adam günde bir kilo toprak yemezse rahat edemiyor örneğin. “Ölür be!” Yanında başka şeyler de yiyor demek ki. Daha ilginci bile var; diyet yapmak amacıyla halüsinasyon ile beslenmek. “Hö?” Yahu beslenme dert halini almış iken beslenme çeşitlerinden bahsetmek pek iyi bir fikir değil sanırım.

Artık herkes internetten alış-veriş yapıyor. Bu alış-verişlerde en pahalı kısım pek çok zaman kargo olabiliyor. Kargo ücretleri astronomik. Kitap alayım diyorsun, kargosu kitaptan pahalı. İşte alış-veriş

web siteleri bunun için “Ücretsiz ertesi gün teslimat!” diye bir uygulamayla geliyorlar. Çok cezbedici. Ben şunu sormak istiyorum: Siparişimi geç teslim edin ve ancak %20 indirim falan yapın mesela? Olmaz mı? Ertesi gün getirmene gerek yok. Hatta 2 ay içinde istediğin zaman getir. Sana ne zaman uyarsa. Yeter ki bana sağlam bir indirim ver. Yani erken teslimat eğer ki olay ise ben geç teslimat indirimi var mı diye soruyorum.

Günün yanlış tespiti: “Bütün kadınlar birer huridir.”

Günün tespitsel düşünüşü: “Kadın adamı vezir de eder, rezil de.” demişler. Kaçımızın vezir olabildiği ortada. Burada denmek istenen sanırım “hem vezir hem de rezil eder” anlamında. Vezirken rezil, rezilken vezir yani. Biri diğerine mani değil manasında. Her halükârda günün yanlış tespiti gerçekten yanlış bir tespit diye umuyorum. Hurilere gidiyorum derken karşıma sakallı Selma çıkarsa üzülürüm açıkçası.

Çaya su çekmek gerek.

Gülecek illa ki çark-ı felek.