İktidarzade aynen şöyle diyor: “Hem muhalefet ediyorsunuz, hem de paramız yok diyorsunuz.” Sıfatsızlığın, ahlak yoksunluğunun, mertebe düşüklüğünün seviyesine bakar mısınız? Kaliteli bir insan evladı böyle bir şey der mi? Düşünür mü?

Hayır. Kaliteli hükümet her vatandaşına eşit mesafede durmaya çalışır ve kimi vatandaşlarını zenginleştirirken “diğer” vatandaşlarını fakirleştirmeye uğraşmaz. Çünkü bu bir kısım vatandaştan alıp bir kısım vatandaşa vermek demektir. Ondan aldığını ona verip birini fukara koyarken birini ise taşıyamayacağı zenginliğe boğmak. İşte hükümetin temel icraatı bu.

Yönetimin yeni uygulaması vatandaşı hükümete muhtaç etmektir. Çünkü 1.000 vatandaştan aldığını 2 vatandaşına (tebaasına daha doğrusu) yedirmektedir.

Yönetenden korkmayı yöneltilmek zanneden bir anlayış var memleketimizde. Aslında yöneten yönetilenden çekinmelidir, yönetilen yönetenden değil. Yani sağlıklı, inançlı, temiz ortamda bu böyledir. Bizde böyle değil. Gerçekte yönetenin patronu vatandaştır. Onu vatandaş seçer, vatandaş ona ne yapması gerektiği konusunda talepte bulunur.

Yumurta, limon ve soğan… Anlamışsınızdır ne diyeceğimi. Hanımlar ve efendiler; ülkemizde son zamanlarda tüm gazeteler her gün İsrail manşeti ile çıkıyor. Bu konuya işbu yazının sonunda az da olsa değinmek sorumluluğum var. Şimdi ise diyebileceğim şudur; Sizce Ukrayna’da gazete manşetleri sabah akşam Filistin-İsrail ihtilafını mı konu ediyor? Tabii ki hayır. Adamların canı burnunda. Ukrayna’nın para birimi Grivna şu anda Dünya’nın en değersiz parası konumunda. Peki Ukrayna Grivnası ile aynı değerde alım gücüne sahip bir diğer para birimi nedir biliyor musunuz? Evet: Türk Lirası. Resmen aynı değerde. Yani ne mi demek istiyorum? Bizim kendi derdimizden gayrı uğraşabileceğimiz bir derdimiz yok şu anda. Ve olmamalı.

Yumurta, limon ve soğan… mutfağımızın temel besinleri. Neredeyse her yemeği yaparken kullandığımız ürünler. Yani kritik ürünler. Bunlara ulaşmak tarihimizin hiçbir bölümünde sorun olmamıştı. Peki ya şimdi?

Haydi tüm ürünler delice zamlanıyor, anladık. Da; yahu soframızın en temel unsurlarını karşılayamayacak bir vaziyete bizi getiren bir yönetime saygı duymak zorunda mıyız? Haydi antrikot zamlandı, haydi arabalar zamlandı, haydi ev fiyatları uçtu, da; bir hükümet vatandaşını en zaruri ihtiyaçlarını karşılayamayacak hale getirip bir de kauçuk gibi suratla sabah akşam konuşur mu? En azından en basit ihtiyaçların tedarik edilebilmesine uğraşmaz mı insan sever bir hükümet?

Yumurta, limon ve soğan!

“Eski Türkiye” de bir lise öğrencisi için döner yemek problem değildi. Şimdi ise döner uzay. Sabahtan akşama 200 defa dönen dönere 400 Lira fiyat biçiliyor.

Yani Türkiye’nin derdi nedir belli. Peki yurdumuzu, Dünya’nın en gelişmiş 13. ülkesi konumunda olan memleketimizi bu hale getiren nedir? Biliyorum; biliyorsunuz ve ancak bildiğimizi bilmemekte direnenler var. Onlara bir daha hatırlatalım;

Türkiye’nin birincil finansman sorun kaynakları şöyledir:

-Kayıt dışı ekonomi

-Dış ticaret açığı

-KİT’lerin (Kamu İktisadî Teşebbüsleri) kaybı

-Türk Lirası’nın aşağılanması “Liracık”

-İç ile dış borçlanmada ve sayılan tüm kalemlerde YOLSUZLUK

-Kayıt Dışı Ekonomi: Devlet vatandaş nüfus sayısına orantılı olarak para basar. Her yeni doğan bebeğin hayatı süresince 5 milyon Lira ederinde bir ekonomi oluşturacağını var sayabiliriz. 30 yıl çalışacak, üretecek, tüketecek, alacak, satacak… Bu sebeple devlet her yeni doğan için 5 milyon Lira parayı bastıktan sonra piyasaya sürer. Ve bu paranın dönüp dolaşıp kendisine gelmesini bekler. Çünkü olağan döngü böyledir. Ve fakat bizlerin bir huyumuz var: Paramızı yastık altı ediyoruz. Saklıyoruz yani. Ne bankaya yatırıyoruz, ne vergi olarak ödüyoruz. Yatıyoruz üzerine. Böylece bu para piyasada dönmüyor. Böylece piyasa strese giriyor.

Diğer bir kayıt dışılık ise alış-verişlerimizdedir. Hz. Peygamber Muhammed (SAV) hadisinde; “Yaptığınız alış-verişlerin kaydını tutunuz. Yazınız.” buyurmuş olması “dolu dolu iman taşıyan” taşıyan toplumumuzda pek etkili olamıyor. Ahali; eğer yaptığımız alış-verişin kaydını tutarsak, “Önce alış-veriş sonra fiş” dersek devletimiz T.C. parasının nasıl kullanıldığı konusunda net analiz yapar. Kitlesel eğilimler hakkında açık bilgi edinerek ekonomik stratejisini bunun üzerine bina eder. Yani paranın kaydını tutmak elzemdir.

Türkiye’nin toplam bütçesinin beşte ikisi kayıt dışıdır. Düşünebiliyor muyuz acaba? Neredeyse yarı yarıya zenginleşeceğiz bu kayıt dışı sorununu çözersek. Ve ancak şu anki hükümet kayıt dışı sayesinde yolunu buluyor. Kayıt dışı’nın “dışı” kısmını cukkalayan ve devleti zerre kadar önemsemeyen, “Kendimi kurtarayım, gerisi hikaye” diyen bir hükümet.

-Dış Ticaret Açığı: Bu aslında tüm gelişmiş ekonomilerin sorunu. Neredeyse hiçbir ülke dış ticarette kâr durumuna geçemiyor. ABD’nin, Çin’in, Japonya’nın, Almanya’nın vs. dış ticaret açığı var. Sattığından fazlasını alıyor yani. Ancak bizimle onlar arasında şöyle bir fark var: ABD 100 yıl boyunca dış ticaret fazlası gördü. Çin, Japonya onlarca sene dış ticaret fazlası elde etti. Sonra bu tersine döndü.

Evet biliyorum; modern ekonomide devletlerin dış ticaret fazlası elde etmesine Ütopya ya da mümkünsüz olarak bakanlar var. Yine de biz imkansızı olabilir hale getirmeye uğraşmalı ve dış ticaret fazlası vermeye çabalamalıyız.

Dış ticaret ile ilgili ürünsel bazda ilginizi çekebileceğini umduğum bir bilgiyi paylaşmak faydalı olabilecektir: Dünya’nın en çok ceviz üreten ilk 5 ülkesinden biri Türkiye’dir. Bununla beraber Dünya’nın en çok ceviz ithal eden ilk 5 ülkesi arasında yine Türkiye var. Yani bir ürünü çok üretmemiz demek o ürünün ticaretinde kâr elde edeceğimiz anlamını da taşımıyor.

Sorunumuz az veya çok üretmek değil. Çok şükür Türkiye bugün Dünya’nın en çok üreten devletlerinden biridir. Bu bağlamda bizler millet olarak aslında oldukça çalışkanız. Arı gibi üretiyoruz. Peki niye olmuyor? Çünkü dil/lisan bilmiyoruz, uluslararası mecrada insanlarla konuşup, şakalaşıp iş bağlayamıyoruz. Pazarlayamıyoruz yani. Bir de bunun üstüne arakçı yönetim algısı eklenince bu kalemde maalesef çuvallıyoruz.

-KİT’ler… Kamu İktisadî Teşebbüsleri. Örnekler; Ereğli Demir-Çelik Fabrikası, Tunçbilek Termik Santrali, Kıbrıs Türk Hava Yolları, Petkim, TCDD İskenderun Limanı, Türk Petrol, Türk Hava Yolları, Türk Telekomünikasyon, Türkiye İş Bankası, TÜPRAŞ… Daha yüzü aşkın işletme var. Bunlar Türk vatandaşlarının vergileriyle kurulmuş ve devlet asla yaş tahtaya basmasın diye, kilit sektörlerde güçlü olsun diye devlet tarafınca kurulmuş firmalardır. Şu an ki yönetim 1 (Bir) tane bile KİT kurmamış, tam

tersine yüzden fazla KİT’i yok pahasına yandaşlarına peşkeş çekmiştir. Bunu yaparken bir de pişkin pişkin “KİT’ler devletin sırtında kambur!” demişlerdir.

T.C. satılan KİT’leri geri almanın yolunu bulmalıdır. Yani Akp’nin kendini finanse etmek için hoyratça sattığı milli hazinemizi yeniden elde etmenin yolunu aramalıyız. Tabii ki Akp’nin Türkiye ve Türk Milleti üzerinde oluşturduğu tahribatı onarmak için çabalamak zorunda olacağız.

-Türk Lirası’nın aşağılanması: Aslında gerek yok. Çünkü Dünya’nın en aşağı paralarından biri “hamdolsun” Türk Lirası artık. Lira’ya “Liracık” diyen bir yönetimi olursa bu memleketin, tabii ki göçeriz. “Eski Türkiye” de bir spor müsabakası için (Galatasaray&Leeds United) İngiliz taraftarlar Türkiye’ye gelmişlerdi. Sokakta Türk parasını sağlarına sollarına sürerek vatandaşı tahrik ve taciz ettiler. Milli para, ulusal bayrak gibi bir önem taşır. Simgeseldir. Saygısızlık edilmez. Çünkü emek taşır. Hem de milli emek. Velhasıl İngiliz taraftarlar öldürüldüler. Allah rahmet eylesin.

-Ve tabii “YÖNSÜZLÜK” yani YOLSUZLUK: Bunu hepimiz biliyoruz zaten. Yolu olan “enayi”, yolsuz olan “kallavi”… “Yeni Türkiye”ye hoş geldiniz.

Her ne kadar bu kalemi ayrıntısına kadar bilmenize rağmen şu örneklendirmeyi göz ardı etmeyelim:

10 sene evvel hükümet iç borçlanma yapıyor. Her devletin yaptığı, rutin bir uygulama. İç piyasada ki sanayiciden, üreticiden, sanatkardan devlet Türk Lirası olarak borç alır ve der ki “10 sene sonra ödeyeceğim.” Merkez Bankası’nın o günkü fiyat doğrulama oranı (bazıları faiz diyor) bazında borç için taahhüt verir devlet. Bunlar tamam. Kendi yağımızla kavruluyoruz.

Ve ancak söz konusu olan Akp olunca iş değişiyor: Akp 100 milyar Lira iç borç alıyor. Bu esnada 1 Amerikan Doları 4 Türk Lirası ediyor. 10 sene sonra ödeme vakti gelince Akp Amerikan Doları’nın fiyatını Lira karşısında 1’e 40’a getiriyor. Ardından T.C. döviz rezervinden az bir miktar Dolar satarak 10 sene önceki Lira karşılıklı borcu ödüyor. Yani Lira ile aldığı borcu ödeyebilmek için Lira’yı Dünya’nın en ucuz parası yapıyor.

Yani Türkiye’yi dolandırıyor!

Sonuç: Akp ülkeyi uyutmaya, muhalefet ise ayık tutmaya uğraşıyor.

EK: Filistin’deki davanın adı Filistin Davası’dır. Bu günlerde sürekli “Gazze aşağı, Gazze yukarı” deniliyor. Sürekli “Gazze, Gazze, Gazze!” Bu yanlış! Farkında olmadan Gazze’ye özerk ve Filistin’den ayrı bir statü yüklüyoruz.

Artık hepimiz biliyoruz: Filistin’i mağdur edenler onun mağduriyetinden siyasi-ekonomik kâr elde edenlerdir. Filistin’i öldüren, o öldükçe oylarını artıran politik oluşumlar ve örgütlenmelerdir. Dikkat edelim; çatışmayı özendiren, öldürmeyi ve ölmeyi yücelten hep onlardır.

Filistin’den nemalanamayacak olanlar bunu istemese dahi iki taraf arasında barış tesis etmek istiyorsak birine sövüp birini övmek anlayışından uzaklaşarak uzlaşıcı ve uzlaştırmacı bir tavır içinde olmamız gerekir.

Yahu niye kimse İsrail’in baş destekçisi, Ukrayna’nın satıcısı ABD’yi protesto etmiyor be? Şu anda Dünya’nın çoğu ülkesinde ABD elçilikleri önünde protestolar vukuu buluyor olması gerekirdi.

Ancak absürtlüğe bakınız. ABD’nin liderliğinde Mısır, Bayreyn ve Türkiye’nin de aralarında bulunduğu ülkeler masa etrafında toplanıyor. Ne İngiltere var, ne Çin var, ne Fransa var… Batı Dünyası’nı temsilen sadece ABD var. Bırak aynı masada olmayı, saygıyı bile hak etmeyen başkanıyla üstelik! Müslümanlar’ı açıkça ve netçe aşağılayarak “Meksikalılar’dan ve Müslümanlar’dan ülkemizi arındırmalıyız.” diyen bir nefes-î ziyanenin önde gideni!

O ise diyor ki; “Adamları öldürüyoruz. Bizimle aynı masaya oturuyorlar. Olabildiğince çok sırıtayım bari.”

Niye kimse ABD’yi protesto etmiyor? Tabii biraz haya gerek.

Ayrıca hazır İslam ülkeleri ile ABD toplantıdayken eş zamanlı olarak İran vurulsaydı ne kadar sağlam olurdu.

“Ya sen kimin yanındasın ya?”

Türk’ün.

“Noha! İnsan insanlık der be!”

E Türk insan zaten yav.

Bu yapılan toplantıda Filistin niye yok? Sen tanımıyor olabilirsin ancak ben tanıyorum. Ve ben masadayım.

Bu yapılan toplantıda İsrail niye yok? Kendi ülkesi ile ilgili karar alınabilecek bir zirveye niye katılamıyor? Yurt dışından, okyanus üzerinden yönetilen ve kendince karar alamayan bir ülke olduğu için mi? Eski Roma’nın uydusu olduğu için mi?

Ateşkes demek “Her an vurabiliriz” demektir. Kim bozacak ateşkesi? İmajı, prestiji yerle yeksan olmuş ve bunu düzeltebilmek için her fırsatı oluşturmaya razı İsrail mi? Suudistan ve İran’ın beslemesi, cahil, radikal bir örgüt mü?

Çok kritik anlardan geçiyoruz. Ateşkesi bozan taraf Dünya kamuoyunca suçlu görülebilecektir. Hem de bunca yaşanan kitlesel vahşetten sonra. Gaza’ya atom bombası atılsaydı daha az Filistinli ölecekti.

Uğur Dündar genç olsaydı Filistin’de olanların hepsinden detayıyla haberimiz olurdu. Hem de çatışma esnası da dahil. Demek istediğim malumat ediniminde milli ve öz varlığımızla sahada olmak çok önemlidir. Amerika’nın, Araplar’ın, İran’ın konu hakkında ne dediği güvenilir değil. Kimsenin dediği güvenilir değil.

Gazze’de kutlamalarda Türk Bayrağı dalgalanmamışsa bir düşünmemiz lazım der ve;

Saygılar ederim.