Memleketi bekleyen soğuk suyu içer. He dersen ki “hangisi makbul?”, ben havyardan huylanırım. Yalnız konu şu; tekkeyi bekleyen havyar yiyorsa tekkenin şıhı ne yiyor yahu? Havyara… Havyara kara üzümlü sosla sotelenmiş tavuk sulu lakerda?

Mevzular öylesine hassas ki aslında, mizahi bakışımızı yitirirsek isyana sürüklenebiliriz. Geçtiğimiz iki hafta Türkiye’de yıllardır yaşanmayan bir ilk yaşandı. Ülkenin gündemi iki hafta boyunca tutarlılık gösterdi. Yerel Seçimi bile 2-3 gün konuşan ülke, dev yolsuzluğu bile 3-5 saat konuşan ülke, Şehid’ini bile 3-5 dakika konuşan ülke tam 2 hafta boyunca katledilen kız çocuğu Narin’i ve mezuniyet töreninde kılıçları ile coşan subayları konuştu. Narin vakasını anladık ki; durum bir tür imece cinayet. Sadece cinayette değil. Tecavüz, gasp, alı koyma, linç, şantaj vs. ne ararsan var. Ne köymüş be! Ağaların köyleri böyle oluyor demek ki. Bir de altından “Narin’i Yaradan’a kurpan ettüh!” saçmalığı çıkarsa Cafer getir peçete.

Askerlerimizin yemini ve andı konusu ise bizi birbirimizi ayrıştıralım, zıtlaşalım, bipolar hale gelelim diye önümüze atılmış bir yem idi. İstendi ki konu Allah ve Atatürk kıyası yapmaya yöneltsin vatandaşı. Böyle kıyas mı olur? Her şeyin ve herkesin üstünde olan Yaradan nasıl olur da böyle bir mukayesenin içine çekilir? Böyle bir durumda kimse Atatürk’ü seçemez ki. İşte bunu bilen iktidar Atatürk’ün izinde olanları azaltmak, sündürmek ve yabancılaştırmak için Atatürk’ü Allah ile karşılaştırarak içinde bulunduğu gaflet ve nefret tohumlarını tekrar ve yine millete bulaştırmaya çalıştı. Atatürk Allah’ın yolunda bir nefer. Bunun ne si size zor geliyor hanımlar ve efendiler?

“Elinde rakı bardaklı kul mu olur?”

Elinde Kur’an-ı Kerim var iken zikrinde küfür olandan makbuldür.

Ayrıca bu konuya hiç girmemek gerek belki. Şahsen ben alkol tüketemiyorum. Midem kaldırmıyor. Ve fakat “iç. içme.” Denilişini “önce hata yapmış, sonra düzeltmiş” diye yorumlayanlar var maalesef. Yahu siz Kim’den bahsettiğimizin farkında mısınız? O hatadan muaf idi. O “iç” dedi, sonra “içme” dedi. Bu açıkça ‘kararında’ demektir. ‘Aşırıya kaçma’ demektir. ‘Daha içebilecekken yine de durmayı bil’ demektir.

Tıbbi açıdan konu hakkında bildiğim ise; her hafta bir çay bardağı kırmızı şarap içmenin hücre yenilenmesini hızlandırdığı biliniyor.

Yobazların bu çok takıntılı olduğu alkol saplantısını bir kenara koyalım.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün TSK Arşivi’ndeki el yazması özel notlarında 3 tane vaz geçemediği tutkusu olduğu görünüyor. Bunlar; sıcak banyo, kahve ve Mevlîd. Evet; bu kadar. Gazi Başkomutan memleketi il il, mezra mezra dolaşırken gittiği yerlerde henüz bir devlet tesisi inşa edilmediği için buraların önde gelen şahıslarınca misafir ediliyordu. İki gün başını sokabileceği bir yer bulduğunda özellikle akşam vakitlerinde mutlaka bir Hafız çağırılmasını ve Kitab-ı Mukaddesi’n okunmasını istiyordu. Ve ancak bunu bağıra çağıra ya da çığırtkanca bir gösteriş edası ile yapmıyordu. Banyosunu yapıyor, kahvesini içiyor, duasına Âmin deyip yatıp uyuyordu. Hayatı her haliyle yaşayıp sınırları aşmanın insanı inancından uzaklaştırmayacağını kanıtlar bir örnekti Atatürk.

Etrafa kanıtlayabildiğin kadar inançlı olmak. İmanın teşhiri. Bu konular bize uzak olsun inşallah.

Sığda yüzüp derine dalalım… dipte sürüneceğiz.

AK Parti Genel Başkanı Türk Silahlı Kuvvetleri odaklı bir tartışma ortamı tasarlayarak askerin damarına basıyor ki eğer bu bir askeri kalkışmaya yol açarsa, mağdur demokrasi kurbanı sıfatı ile bir seçim daha kotarabilsin. Durum bu kadar basit. Askerin itidalli olması gerekir. Çökmüş bir hükümete postal koyulmaz.

Asker “Mustafa Kemal’in askerleriyiz!” diyerek coşuyor. Lütfen unutmayalım: Dünya’nın hangi ülkesinde asker olursan ol, bir asker olarak koşulsuz saygı duyduğun askerler vardır. Büyük İskender, Atilla, Andre Doria, Barbaros, Napolyon, Washington, Atatürk… Hangi ülkenin üniformasında olursan ol, asker isen tarihi şekillendirmiş askerlere saygı duyarsın. İşte Atatürk bu En Büyük Askerler Listesi’ndedir. Hatta listenin zirvesidir. Türk Askeri’nin Atatürk’e saygısını göstermesi kadar doğal bir şey olamaz. Binlerce yıllık insanlık tarihinin en büyük askerlerinden biri Atatürk’tür. Bunun ne si gocunulacak bir husustur?

“İmanı olan bana oy verir!”… Yahu günah gibi cümle bu be. Ve bunu diyen Türk Askeri’nden ürküyor. İşkilleniyor. Kendi askerinden tırsan bir Genel Başkan. İnzibatı görünce kaçan tipler gibi. İnzibat geçiyor hemen gazeteyi kaldırıyor falan.

“Aslında askerliğimi yaptım ben.”

‘E o zaman ne diye sığınıyorsun?’

“Ne bileyim. Ben de huy bu.”

Arıza karakter.

“İmanını kanıtla! Bana oy ver!” diyen, ürker tabii Türk Askeri’nden. Doğal bir durum bu. Hiçbir şey yapılmasa dahi tedirgin olur doğal olarak.

Asker ile AKP kafası farklı işlemekte. Asker ölmekte olana “Geber! Allah’ın sopası yok!” diye bağırmaz örneğin. Ancak taarruz ederken “Allah Allah Allah” nidaları ile saldırır. İşte AKP ile fark bu. Meclis’te konuşma yaparken kalp krizi geçirip yerde kıvranan milletvekiline AKP sıralarından yükselen bağırışlarının içinde yer alan “Geber!” ve “Allah’ın sopası yok!” cümleleri Meclis Arşivi’ne geçemese de milli arşivde yerini aldı.

Aslında biz Türkler ne askerin, ne tıbbın, ne de minberin siyasallaşmasını hiçbir zaman istemedik. Hatta bu konular hususiyetle siyasetten arınsın istedik. Ve ancak işte siyaseti İslamlaştırma iddiasında olanlar İslam’ı siyasallaştırınca ortaya vıcık vıcık bir durum çıktı.

Ankara’dan imzalı selâ ortaya çıktı. “Bundan sonra her yıl bugün selâ okunacak.” dedi Ankara. Her yıl, o gün selâya durdu müezzinler.

Bir imza ile İslâmi Gelenek “başlatan” anlayış “Ümmet işi bir imzama bakar.” diye düşünür hale gelmiştir.

Nasıl ki ateist Allah düşmanlığını inançsızlık zanneder, bazısı da Ümmet istemeyi, Ümmet savunmayı Türklük düşmanlığı zannediyor.

Ümmet. Yani kavimlerin ve milletlerin Allah inancının birlikteliğini yaşaması. Durum bu olunca Ümmet’i destekleyebilmenin yolunun soy ve milliyet kavramının öneminin idrakiyle oluşabileceği nettir. Velhasıl Türklük’ünden utanan bir Türk, Arab’ın Araplığı’na saygı duyamaz.

Ümmet var olmak için bir imzaya ya da belgeye ihtiyaç duymaz.

Cemaat. Bu kelime ne kadar basitti: Cemaat-i Müslimin derdi camide imam efendi bizlere hutbederken. Cemaat. Bizim için bu kelimenin anlamı aynı inanç ile başı secdeye varan cümle Müslüman demektir. Müslüman Alemi bir cemaattir. Ancak bizim memlekette durum biraz farklı bir hâl aldı: “Cemaat” deyince “Hangisi?” diyenler oldu. Cemaat deyince isimler akla getirenler oldu. Bu kâh Fetullah oldu, kâh Aptullah… İşte biz buna karşıydık. Cemaat yek idi. Bir idi. Bu vazife ile dergahlara, tarikatlara karşı durduk. Çekiciliğine tav olmadık. Dinde gruplaşma istemedik. Çünkü biz Anglo Sakson ya da Cizvit değiliz. O onların yaptığı bir olay. Bize ters.

Örneğin bugün Amerika’da dergahçılık, tarikatçılık almış başını yürümüş vaziyettedir. Bir Amerikan Ailesi arabayla bir yerden bir yere giderken yanından geçtiği herhangi bir kilisede dua etmemektedir. “Kendi” kilisesine gitmektedir. Her grubun kendi kilisesi. Bir yabancı gelince hemen dikkat çeker falan. Uygun mudur bunlar? Zaten tüm kiliseler “senin” kilisen değil mi? Enteresan haller. Bize ters.

2-0 geriye düştüğümüz maçta hakem bize penaltı vermiş. Atarsak fark bir. Daha 17 dakika var. Çevirebiliriz belki maçı. Şut! Gol! Aslanım benim! Ne? Ne oldu? Hakem gol olan penaltıyı iptal etti. Düdükten önce kullanmışmış! Ben senin gibi hakemin ta nananı niyolay ye yee *&!!%! Tekrar kullanıyoruz penaltıyı! Gene gol! Allaaaah! Ya Allah Bismillah Allah-u ekber! Ya Allah Bismillah Allah-u ekber! Aha! Yine penaltı! Vermiyo hakem görüyo musun? Yuuuh! Yuuuh! Ya Allah Bismillah Allah-u ekber! Ya Allah Bismillah Allah-u ekber!

Ne oluyor? Acayip acayip uygunsuz ortamlarda ya da zamanlarda tekbir bağırılıyor. Tekbir slogan haline geliyor. Tekbir tezahürat haline geliyor diyoruz. “E ne güzel işte.” diyor. Tekbir öyle dillendirilir sanıyor. Itrî’yi utandırıyor. Dünya tekbiri bu yobaz takımının bağırındığı gibi sanıyor artık. Bayramlarımız’da tüylerimizi diken diken eden ve hûşu ile getirilen tekbiri öğretemedik, duyuramadık Dünya’ya. Allah-u ekber sadece bağırılarak söylenir zannedenler var artık.

Peki ya düzen? Nasıl olacak? Bunun cevabı zaten net: Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ve İnsan Hakları Mutabakatı’na güvenmek. Çalışmak ve inşallah övünmek. Bizde nedense anayasayı eleştirenler halkı özgürleştirecekmiş gibi bir edaya bürünüyor. Ahali; Türk Anayasası iki günde ortaya çıkmamıştır. Binlerce yıllık devlet geleneğimizin bize miras bıraktığı kanunlar, bilgiler ve yönlendirmeleri barındırır. Çağdaş anayasamızın ortaya çıkması bile 100-150 yıllık bir serüvendir. Cumhuriyetin kurulmasıyla tasarlanan anayasa işte tüm bu birikimin tavan noktasıdır. Eğer biz kendi anayasamızı yerer isek Dünya bizim yasamıza güvenmez. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası diğer pek çok modern medeniyetin anayasalarına oranla daha güçlü, daha detaylı ve daha yol göstericidir.

Askerimizi üzmek bize yakışmaz.

İman oy ile kanıtlanmaz.