“Düşünüyorum, o halde varım” demiş Fransız filozof René Descartes. 17. yüzyılda yaşamış ve 53 yaşında ölmüş. Demek ki düşünmek iyi bir şey değil!

Kuran, onlarca ayetinde “akledin, düşünün” diyor. Hele bir ayet var ki, düşünmeyenleri adeta tehdit ediyor: Yunus Suresi, 100. Ayet; “Allah, akıllarını kullanmayanların kalpleri üzerine manevi pislikler yağdırır.” diyor!
Ama günümüzün meşhur sözde alimleri, “Dinin mantığı olmaz, Müslüman sorgusuz sualsiz iman etmeli.” diyor, “Kuran dini diye bir sapkınlık çıkmış.” diyor! Kuran'a inananlara, dinde mantık arayan, soran, sorgulayan, düşünüp akledenlere hakaret üstüne hakaret ediyor ve lüks yatlara binecek kadar da kendilerine sponsor buluyorlar.


Avrupa, yetiştirdiği filozofların ürettiği sorgulayıcı felsefe ile kendini hurafelerden kurtarıp geliştirmiş. Filozofların ürettiği düşüncenin birçoğu, yazımızın girişindeki ayetlerden de anlaşılacağı üzere Kuran'ın 1400 yıl önce yazdıkları ile genelde örtüşüyor. Ama bizde de 'alimler' devreye girip Müslümanları Allah ile kandırarak cahiliye dönemine döndürmüşler! Saffat Suresi, 28. Ayet'in dediği gibi bunlara inananlar bilseler ki bunlar insana sağdan yaklaşır, sureti haktan görünür ve insanları saptırır. Oysa Kuran bunlar için insanları şöyle uyarıyor:
“Onlardan bir grup, kitapta olmayanı ondan sanasınız diye kitabı okurken dillerini eğip bükerler ve Allah katından olmadığı halde, 'Bu Allah katındandır.' derler. Onlar bile bile Allah hakkında yalan uydurmaktadırlar.” (Ali İmran Suresi, 78. Ayet). İşte bu tam da Allah ile aldatmadır ki, bunlara karşı en güzel cihat okumak ve okuduğunu anlamakla yapılır.


Bizim coğrafyamızın insanı dürüst ve ahlaklı olanı pek sevmez. Bizde asıp kesen, bol keseden atan, “kodumu oturtanlar” sevilir. Mantık da şudur; arkadaş, Müslüman olacağız diye koskoca Kuran'ı okumaya kalksak, biz zaten anlamayız. Büyüklerimiz, alimlerimiz ne derse biz ona bakarız. “Al abdestini, kıl namazını, kes kurbanını, ver zekatını, bir de Kabe'nin etrafını iki dönüp şeytana birkaç taş attın mı iş bitiyormuş. Gerisi Allah'a kalmış. İster dualarımızı kabul eder bizi cenneti ile ödüllendirir, ister cehennemine atar...” Ne kadar yuvarlak, ne kadar aldatıcı bir inanıştır bu!


Dünyanın en verimli topraklarında, kendi yağında kavrulabilen birkaç nadir ülkeden biri!

Pardon biriyken, dünyanın en stratejik coğrafyasında, Asya ile Avrupa'nın, Antarktika ile Afrika'nın tam ortasında adeta dünyanın köprüsüyken, nasıl oluyor da biz sürekli üçüncü dünya ülkesi ya da kalkınmakta olan ülkesi oluyoruz?

Neden hep “ülkemiz zor günlerden geçiyor” teranesi ile avutuluyoruz?
Böyle topraklarda aç kalmak, ot, saman, et, süt, peynir ithal etmek ne demek?
Sümerlerden Cumhuriyete biz niye her kurduğumuz devleti yıkıp yerine yenisini kurmak için çalışıyoruz?


Son zamanlarda; sus, karışma diyorum kendi kendime. Düşünüyorum! Binlerce yıldır var olan atamı, binlerce yıl var olması gereken torunlarımı ve düşünmeyenleri lanetleyen Yaratanımı…

Ve diyorum ki; başkalarından bekleme, sen de bir şeyler yap Hak adına, Halk için. Bizim bildiğimiz de okuyup araştırıp yazmak dostlar.

Sağlıcakla!