En zor soru hangisidir?

Bu sorunun cevabını ilkel dilbilgisi yöntemlerini kullanarak bulmaya çalışalım; sorular nelerdir? Sorular kim, neden/niçin/niye, nasıl, ne ve nerededir. Yani 5 tane soru: kim, ne, nerede, nasıl, neden/niçin/niye…

Bu soruları tekil olarak ele alalım. Niye? Âlim takılıyoruz biz çünkü. Türbelik adam üretiyoruz sürekli. Domaniç. Bizim olayımız bu.

“Ne?” sorusu alabildiğince kolaydır. “Şu ne?” diye gösterdiğimde cevap veremiyorsan akli melekelerinden şüphe olur.

“Neden/Niçin/Niye?” sorusu ise acayip derecede kolaydır. Cevaplamak için zerre bilgi gerekmez. Sorunun cevabı sizin tercihinize bağladır. İstediğini salla cevaben yani.

“Nerede?” sorusu zor değildir. Neyin nerede olduğunu, kimin nerede durduğunu çoğu zaman biliriz.

“Kim?” sorusu biraz çetrefilli. Kimin kim olduğu her zaman belli olmayabiliyor. Hayatta güvendiğimiz kişilerden kazık yiyebiliyoruz. Var böyle bir ihtimal. Kim dost, kim hasım her daim netçe belirmeyebiliyor. “Kim?” sorusu orta zorlukta diyebiliriz.

“Nasıl?” sorusu… İşte zor olan budur. Bunu cevaplamak için teknik bilgi ve tecrübe gerekir. Anlatımı için edebi kabiliyet gerekir.

Yani kalkıp bana “Bahadır, ya bu bizim kule vinçleri kullanım esnasında aktifken yükselir alçalır nasıl yaparız?” dersen ‘Döner kepçeli ekskavatör ne kadar güzel bir şey yahu…’ diyebilirim. Yani soruyla alakasız ama yine de “Tamamen boş değilim” çabası içeren bağlantısız bir cevap. Cevap değil yani!

Demem odur ki “Nasıl?” sorusu zordur.

Hava dalgası denilen bir şey var. Hepimiz her gün duyuyoruz: Hava Dalgası. Yani sörfçülerin üzerlerinde takıldıkları o okyanus dalgalarına benzeyen 15-20 metrelik dalgalar gibi dalgalar var havada.

“Ya ne alakası var? O zaman uçak sürekli sallana sallana giderdi.”

Ahali, izninizle şunu sormak istiyorum: Amerikan filmlerinde Müslüman niye hep Afrik oluyor? Yo cidden… Niye bu durum böyle?

Mazlumlar, haksızlığa uğramış olanlar ekseriyetiyle İslam’ı tercih ediyorlar. Halihazırdaki durumdan memnun vaziyette aynılık bekçisi kesilenler ise genellikle tercih dahi etmiyorlar… Sanırım yani.

Ve fakat kardeşim hakikaten yani; UEFA’da kayıtlı tüm kulüplere bak, kaçının teknik direktörü ya da Başkanı Afrik bir bak yahu. Adamların takımındaki 11 futbolcunun 7’si siyahi! Ve ancak iş yönetmeye gelince; o kapılar kapalı! Katiyen!!!

“Bahadır; bize para edecek bir fikir deyiver haydi bakayım.”

Şimdi öyle bir an da damdan yuvarlanırcasına… dam derken… apartman mandıracılığı var.

“Neymiş o öyle?”

Ya 5 katlı bir apartmanın üçüncü katında mı yaşıyorsun? Alıyorsun 7 tane inek… Daireyi ahır haline getiriyorsun. İki üç günde bir inekleri sokaklarda gezdiriyorsun.

“Sen bizimle maytap mı yapıyorsun be!”

Apartman dairesinde alabalık çiftliği de kurabilirsin istersen.

Polis ekipleri devriye geziyor. En faydalı ve etkili emniyet yöntemlerinden biri: devriye. Geçen gün manyağın biri devriyedeki polislerin arabasının kapısı açıp bıçakla memurları yaraladı. Emniyet araçlarını zırhlandırmak bize çok imkânsızmış gibi gösterilmeye çalışılıyor ve ancak aslında durum bu değil. Mermi geçirmez cam ve gövde polis araçları için talep edilmesi utanılmayan destekleyici uygulamalar olarak görülmelidir.

Peki… Devriye gezen emniyet ekiplerinin asayişin işleyişinde ne kadar etken olduğunu biliyoruz.

Peki ya gezici Sıhhiye? Yani basit ifade ile devriye gezen ambulanslar. Sadece acil durumda değil. Devriyeye çıkan sağlık ekipleri. Aslında gayri-resmi olarak İstanbul’daki uygulama şu an biraz da buna benziyor. Ambulanslar hızlı intikal için ana arterlerde turalıyorlar acil çağrı geldiğinde hemen tepki verebilmek için.

“Bu bizim resmi açıklamamız değildir.”

‘Yani bu bizim gayri-resmi açıklamamızdır diyor.’

Satranç. Çoğu kimseye sıkıcı gelir. Çapraz ve dikey ve L biçiminde hareket kabiliyetine sahip taşlar. Kimileri piyon dışında taş kullandığında kendini kaybetmiş sayar. Kimi ise taş kaybettiğinde kendisini mağlup görür. Ve aslında oyunun bitişi şah ve mat ile olur. Yani baş taş için hareket edebilecek alan kalmaz. Etrafı sarılır yani. Çoğu kimsenin şunu bilmediğini fark ettim; satrancın zar ile başlaması. Kim siyah taşları alacak, kim beyaz taşları alacak? Bu sorunun cevabını zar verir. Yani “Satrançta şans faktörü yok!” yargısı tamamen gerçeği yansıtmıyor olabilir.

“Adam can korkusundan 25 metrelik ahşap gemiyle okyanusu aştı!”

ABD okyanus üstü ilk savaşını Osmanlı kontrolündeki Tunus’a karşı veriyordu. Amerika’nın üstün kabiliyetli ve ancak sadece 3 parça firkateyn ile yaptığı bu saldırı Osmanlı’yı deliye döndürmüştü. Akdeniz’deki binlerce Osmanlı gemisi alarma geçirilmişti. Amerikan Denizciler hayatta kalmanın tek yolunun fıymak olduğunu anında anlamışlardı. Ve ABD’ye dönmek için kendilerini “Akdeniz Cehennemi”nin dışına atıp hemen Atlas Okyanusu’nda ABD’ye doğru seyir ettiler. Gemiler bakımsızlıktan çürümeye başlamışlardı. Öyle söylenir ki Amerikan Kaptan “Gemiden gemi yapma” emrini vermiştir. Yani anladınız. Geminin sağlam parçaları sökülecek ve deniz ortasında gemiden gemi yapılacak. Tabii ki daha küçük olacak ve ancak su üstünde kalacak olması yeterlidir. Bu şekilde Matruşka mantığıyla okyanusu aşıp Amerika’ya varabilmiş bu denizciler.

Yere düşmesinden çekindiğin şeyi yere koy.

Amerika’da askerler lise ve ortaokulları gezerlerdi. Üniformalı askerlerin sınıflarda görünmesi ordunun emniyetimizi sağlayıcı öncül muhafızlar olduğunu düşünmemizi sağlardı ve askerlerin sağlam görüntülerinden dolayı bir güven ile gurur duygusuna kapılırdık. Askerleri gördükçe içimizden pek çoğu Rambo olabilme hayaline kendini kaptırmış oluyordu bile.

ABD’de bu ziyaretçi askerlerin önemle üzerlerinde durdukları konu tarih idi. Biz öğrencilere coğrafi tarih ile ilgili sorular sorarlar ve ilginç hikayeler anlatırlardı. Sıcak çatışma içinde bulunmuş askerlerin hikayelerini dinlerdik.

Birleşik Devletler’de kimi sivil toplum örgütleri bu uygulamayı anti-demokratik buluyordu. Reşit olmamış öğrencilerin bilinçlerinde yanılsamaya neden olabilecek tercihlere yol açabilme ihtimali olmasından ötürü. Yani basit ifade ile bunu “Devlet Propagandası” olarak yorumlayanlar vardı.

Haydi yılın bir gününü “İsrail Utancı Günü” ilan edelim? Bugünün uluslararası tanınırlığını sağlamak için tüm İslam Devletleri’nin oy vermesi yeterli olabilecektir. Bugünü iyice ciddiye bindirip resmi tatil bile yapabiliriz.

İsrail’de Almanlar’ın kendilerine yaptığı mezalimin anısını canlı tutmak için hiç sönmeyen bir ateş yanıyor. Bizde bir Filistin Ateşi yakabiliriz. Filistin bağımsızlığı küresel olarak tanınan bir ülke statüsünü tekrar kazanana kadar bu ateş yanabilir.

Bir vatandaş ne kadar eder? Kabaca bir vatandaş 80 yıllık yaşam süresinde 20 milyon Lira ortaya çıkarabiliyor. Şu an ki rayiç ile yani. Bu rayiç 10 sene evvel 5 Milyon Lira idi. İsrail öldürdüğü Türkler için bu rayiç üzerinden tazminat ödedi! Tam kepazelik yani.

“Türk’ün tarihinde metalin yeri… Diğer pek çok kültürde oluş ve meydana geliş destanları vardır. Tüm mitoloji az çok birbirine benzer. Ve ancak Türk’te bir özellik var: metal. Ortaya çıkış anlatısında demir ve demiri eritmek vardır. Demir içimizdedir. Bedenimizde demir bulunur. Ağırlık olarak D vitamininden fazla demir vardır vücutlarımızda.

Dünya boş idi.

Gökten metal geldi. Yanarak geldi. Arza yerleşti. Rutubet demiri paslandırdı. Pas organik dönüşüme girdi ve bitkiselleşti. Böylece yağmurlar başladı. Bir müddet sonra kurtçuk türedi. Bu biyonik başlangıçtan milyonlarca yıl sonra insan bugünü yaşıyor.”

Değişik bir kafaymış senin ki abi.

Kürelmemiş uzay nesnelerini biliyor muyuz? Yani örneğin; kare şeklinde gezegen var mı? Bilsek ne mi olacak? Yahu yeni kurallara dayanan bir geometri ilmine kapı aralayabiliriz bu sayede.

Biz daha gerçekçi fikirlere baksak sanırım daha doğru olur. Örneğin; Su altı hava savunma sistem rampaları. Bildiğin uzun menzilli füzeyi denizin altına yerleştiriyoruz.

Yahu uçaklarda zeminin halı olduğu dikkat çekmiştir. Kabin zemini ince halı ile kaplıdır. Çünkü bu bir dinginlik ile konfor ve güvenlik hissi verir.

Konuya şöyle bakalım: 1 uçağın tamamen halı kaplanması yaklaşık 1 ton halı demektir. 1 ton ekstra yük. Eğer halıyı kaldırırsak sefer başı 100 Lira tasarruf ediyoruz ve çünkü bir miktar daha az yakıt kullanmak zorunda kalıyoruz. Çünkü hafif uçak daha ekonomik uçar. Ancak 100 Lira için mi? Havayolu şirketinin günde 1.200 sefer yaptığını düşünsek bu günde 120.000 Lira eder. Bu ise ay da 3.6 milyon Lira eder. Yılda ise 40 milyon Lira.

Masal bir insanın üretebileceği en güzel fikirdir diyebilirim. Kendini kaptırabildiğin masal ise iyi masaldır. Uydurabilirsiniz. Ya da tarihte yer edinmiş yerleşik masalları okuyabilirsiniz.

Benim bugünkü masal konum “Dünya’nın etrafında bir tam tur atan ok”. Bunun teknik olarak nasıl olabileceğini idrak edemediğim için sihirli, gizemli ve şaşırtıcı anlatımlara kendimi gark ediyorum. Kendi etrafında dönerken etrafına yerleştirdiğim kuş tüyleri sayesinde bir planör gibi uçuyor ok.

İçinde bulunduğumuz şartlarda, memleketimizde ulusal gündemin dışında konulara yönelip düşünceyi biraz da farklılık için şekillendirmek umarım ki doğru olandır.