Yurt olarak öyle bir dönemden geçiyoruz ki herhangi bir konuya odaklanabilmemiz için o mevzunun bizimle direkt alakası nedir bilmek zorunda hissediyoruz kendimizi. Türkiye'de şimdi şu bekleniyor: Akp İmamoğlu'nu “içeri attıktan” sonra artık meydan yarılmıştır. Şimdi ülke genelinde onlarca belediye başkanının yerine kayyumlar kitlesel olarak yayılacaktır. Bu sebeple bu pis, bu iğrenç, bu adi gündemden biraz kafamızı kaldırıp etrafa bir bakalım ne oluyor diye…

Margaret Thatcher'in Londra Belediyesi'nin verdiği bir davette “Bu ülke 628 Londra Belediye başkanı gördü. Ve yalnızca 68 Başbakan gördü.” dediğinde belediyeciliğe verdiği değer ve önemin vurgusunu yapmış oluyordu. Margaret Thatcher kim derseniz; Avrupa'nın ilk kadın Başbakan'ı. İngiltere'de endüstriyel faaliyetlerin serbest piyasa koşulları içerisinde nasıl şekilleneceğine yön veren ve dolayısıyla Dünya'yı etkilemiş bir İngiliz Başbakan. Demir Leydi ismiyle anılan Thatcher ile bu anlatıya biçim vermeye çabalamamın sebebi ise kendisinin belediyecilik kavramının ne kadar eski bir gelenek olduğunu dile getirmesi ve devletçiliğin temelinin bu olduğunu ifade etmesidir. Dünya'nın en eski belediyesinin 11.000 yaşındaki Şam Belediyesi olduğu söyleniyor. Onu 8.000 yıl ile Halep takip ediyor. Sonra işin içine Argos gibi, Atina gibi Yunan Uygarlığı şehirleri dahil oluyor. İstanbul'da belediyeciliğin M.Ö. 685 yılından beridir yapıldığını değerlendirmeye aldığımızda İstanbul vilayetinde belediyecilik kavramının 2.710 yaşında olduğu görülür. 
İstanbul Belediyesi üzerinde ya da bünyesinde ya da etrafında yaşanacak herhangi bir buhran durumu tüm Dünya'nın ilgisini üzerine çekecek bir vaziyettir. Dünya'nın olağan bir gündem akışı olsaydı şu anda A'dan Z'ye bütün ülkelerin başkanları, başbakanları ve sözcüleri Türkiye'de yaşanmakta olanlar ile ilgili açıklamalar yaparlardı. Özellikle Avrupa cephesinden “Gelişmeleri endişe verici buluyoruz.” (Klâsik AB açıklaması) sesleri yükselirken Ortadoğu ve Afrika'dan “Hükümet sonuna kadar haklı!” açıklamaları gelir, ABD'den “Kabul edilemez! Halk oyu ile seçilmiş insanların yerine başkasını atayamazsınız!” diye yırtınmalar başlardı. Ancak bu olmuyor. Niye?

Ukrayna ve Filistin. Dünya'nın halen kanamakta olan açık yaraları. Bunun yanında Suriye'de güllük gülistanlık bir diyar değil. Ayrıca Sırbistan'da ortalık yine karışır vaziyette. Acaba bu ahval gayrihukuki işlerini yapmak için kötü niyetli hükümetlere fırsat mı sunuyor? Basit ifade ile “Amerika, Fransa, İngiliz falan tamamen Ukrayna ve Filistin'le meşgul. Kim kime dum duma. Korona Virüs dolayısıyla sokağa çıkma yasağı varken Ayasofya'yı açmış adamım ben. Hemen Anayasa'yı çiğneyip heybemi doldurmanın yolunu tutayım.” denilmektedir.

Ancak Ukrayna'da olanlar bu çirkinliklerden farklı bir boyutta. 3 sene içerisinde 50.000'e yakın sivil Ukrayna'da öldürüldü. Milyonlarca insan evini barkını terk eyledi. Ukrayna Silahlı Kuvvetleri mücadele etti. Etmeye de devam ediyor. Ancak herkesin bildiği gibi: Ukrayna militer bir ülke değildi. Komşularıyla iyi geçinen, zararsız, bol bol buğday/tahıl üreten bir ülkeydi. Askeri yatırımlarını asgari düzeyde tutuyordu. Savaşmak ülkeye çok uzak bir kavram gibi görünüyordu. Ve işte ardından yarı çıplak at binen Rambo Putin artan gaz salımlarından mütevellit yaşlandığını anlayınca hükümeti biraz daha tutmak için savaş ilan ediverdi. Milyonlarca hayat değişti. Bir ülke harap oldu. 
Savaş uzuyordu. Yıllar yılları kovalarken bir anda ABD'nin yeni seçilmiş tartışmalı Başkanı ülke dinamikleri açısından makamını sağlamlaştırabilmek için uluslararası anlamda Ukrayna simidine sarıldı. ABD açısından ortada bir başarı söz konusuydu: Ukrayna Meselesi'nde antlaşma yapabilir yetide taraf olmayı başardı Amerika. Aslında bu savaşın sadece iki tarafı vardı: Ukrayna ve Rusya. İkisi de savaştı. İkisi de ağır kayıplar verdi. Peki ya ABD? Bir tek kurşun dahi sıkmadan masada kendine yer buldu. İşte bu bir başarı.
Açıkça görünen şu ki Putin Ukrayna sofrasında ağzından yağlar, kanlar aka aka şapur şupur tıkınırken yanında bekleyen Trump'ın önüne birkaç parça et atıyor. Sus payı yani.
Bu süreçte yanlışlar üst üste biner oldu. Amerikan Başkanı Ukrayna'nın toprak kaybetmesi olgusu hakkında çok rahat konuşur bir tavır takındı. Yahu toprak bu. Bir karışı için vatan evladı şehit oluyor. Böylesi bir rahatlıkla hakkında konuşulabilecek bir mevzu mudur bu? Koskoca Amerika'nın Başkanı kalkmış “Şartları kabul etmezse Ukrayna çok toprak kaybedecek.” diyor. Bir de tehdit ediyor yani.
Peki ABD öcü mü? Kötü taraf mı ABD?
Bu sorulara cevap verebilmek için biraz erken. Çünkü; ABD “Ey Dünya! Bakın! Ben Rusya ile barış yapmak için varımı yoğumu ortaya döküyorum. Barışçılım ben. Çatışmaya karşıyım!” imajı oluşturup ardından müzakereleri tıkayıp aniden Rus'un üzerine cümbür cemaat çullanmanın yolunu yapıyor olabilir. Böylesi büyük çapta bir çatışmada da Dünya ABD'nin yanında olacaktır. Çünkü barışçıl bir politika güttüğünü herkes görmüştür.
Hatta şöyle bir tablo bile olabilir: Trump ve Putin koltuklara oturmuşlar. Arkalarında ülkelerinin bayrakları. Basın fotoğraflar çekiyor. Olağan bir görüşme hatırası fotoğrafı. Bu esnada flaşlar patlarken Putin Trump'a “You are my bitch” der. “Benim itimsin” demek gibi bir şey . Trump ise Putin'in kimsenin duymayacağı ses tonunu umursamadan “How dare you!” deyip (Ne hâdle!) Putin'in yüzüne şaplağı yapıştırır! Trump'ın canlı yayın performanslarından korkulur.

Dünya'nın savaşa ihtiyaç duyduğunu, bunun insanın doğasının bir parçası olduğunu savunanlara şunu sormak istiyorum: Rusya ve Ukrayna savaş mı? İsrail ve Filistin savaş mı? Vietnam? Körfez? Afganistan? Savaş mı bunlar? Dev güçler silahı bile olmayan ülkeciklere saldırıyorlar. Kaliteli savaş bu mudur? Savaş dediğin Çin ile Kanada mesela? ABD ve Rusya örneğin? İki dev ve denk kuvvet kapışsa daha iyi değil mi?
Şaka bir yana bu Çin'in hiç agresif militer hamle yapmaması beni işkillendiriyor. “Yahu saldırsanıza Dünya'ya! Sömürsenize, Çin yapsanıza her yeri.” diyesim geliyor adamlara.
Amerika'nın ve Rusya'nın uzun süreli süpergüç konumunu korumaya müsait nüfusu bulunmuyor. Amerika cazibe merkezi olması dolayısıyla göçmenleri kendine çeken bir ülke olduğu için bu çok büyük bir sorun değildi. Yani çözülebilir bir sorundu. Ancak yeni tarifeler ve göçmenleri püskürtme amaçlı kanuni düzenlemeler ile politik girişimler Amerika'nın nüfusunun artmasına engel oldu. Şu an da Amerika'nın nüfusu en az 500.000.000 olmalıydı. Ve fakat mevcut nüfus ise 300 milyon dolaylarındadır. 

Yerküre'nin dört bir yanında ki devlet yöneticilerinin masalarının üzerinde ki dosya şu anda Ukrayna Dosyası'dır. Gelelim Ukrayna Başkumandanı Zelenski'nin yakın geçtiğimiz dönemde ABD'ye yaptığı skandal ziyarete; Basın'a açık anlarda iki tarafın birbiriyle açıkça tartışması çarpıcıydı. Daha başından büyük bir yanlış ve haksızlık yapılıyordu. Trump bu savaşı sanki Zelenski başlatmış gibi bir üslup takınıyordu. Büyük Ağabey'in ülkesini koruyamadığı için kardeşini azarlaması gibi küçültücü bile sayılabilecek bir üslupla Zelenski'yi eleştirmeye başladılar. Tartışmayı hararetlendiren sözler ise Zelenski'den geldi: “Bütün bu olanlar sizi etkilemez sanıyorsunuz. Aradaki bu dev okyanus sizi korur sanıyorsunuz ancak yanılıyorsunuz. Bu hadiseler sizin sahillerinize de ulaşacaktır.” ! İşte bu noktada Trump zıpladı! “Ne olup olmayacağını bilmiyorsun. Ahkam kesme.” haline büründü Amerikan Başkanı. 
Aslında Zelenski'nin bahsettiğinin Amerika'nın işgal edileceği imasının ötesinde bir konuya parmak bastığını düşünüyorum. Putin önderliğindeki Rusya'nın Ukrayna'da işgale dayalı siyaset gütmesini kabullenen bir Amerika on yıllık vadede 500 milyar Dolar kaybedecektir. Bunun sebebi prestij kaybıdır. Yani Amerika kaybetmeyi olağanlaştırır ve bunu kabul etmeyi bir huy haline getirirse küresel yatırım sermayesi alternatif ve daha sağlam omurgaya sahip piyasalara akacaktır. İşte bu on yıl içinde ABD'ye 500 milyar Dolar'a mal olabilir. Zelenski'nin söylediği “Ukrayna kaybederse Amerika kaybedecektir.” Bu hadiselerin etkisi öyle ya da böyle Amerika'ya ulaşacaktır demek istedi Ukraynalı lider.
Zelenski tüm basın açıklamalarında bu savaşın adını şu biçimde isimlendirdi: Putin'in Savaşı. Evet. Ukrayna lideri Rusya'yı düşman olarak görmüyor ve ancak Putin'i bir işgalci olarak nitelendiriyor. Bunun basit açıklaması şudur: Eğer Putin iktidarı kaybederse bu savaş sonlanacaktır. İşgal bitecek ve iki ulus yaralarını saracaklar ve uzun vadeli barış antlaşmaları imzalayacaklardır. Tabii bu Putin giderse…

Merhamet ve şefkatten yoksun bir bakış açısıyla konuya baktığımızda şöyle diyebiliriz: Rusya başına derdi açtı. Girdi Ukrayna'ya çatışma bir türlü dinmiyor. Rusya 15 yıl boyunca Ukrayna'da debelense fena mı olur? Rusya'nın agresif milli enerjisi Ukrayna sayesinde sınırlanabilir. Yani kısaca; bırakalım Rusya on-yirmi sene Ukrayna'da askeri harekat yürütsün. Ukrayna Rusya'nın kronik problemi haline gelsin. 

Kimine göre Ukrayna Savaşı aslında bir tezgah. Rusya'nın ABD'yi soymak için tasarladığı bir danışıklı dövüş. Kurgu şöyle: Rusya ve Ukrayna kardeştir. Rusya Ukrayna'ya saldırır. ABD Ukrayna'ya yardım gönderir. Para ve silah. Savaş biter. Kardeşler paylarını üleşir. 

Amerikan Başkanı Trump'ın halka açık görüşmede Zelenski'yi taklit etmesi kepazece ve zavallıcaydı. Ayrıca Rusya bu meselede aslında buzdağının görünen kısmı. Ukrayna'da yaşananları onaylayan bir Çin var. Bu durumda Pakistan ve Hindistan'ın tutumları oldukça önem arz ediyor. 
Adım adım 3. Dünya Savaşı'na mı gidiyoruz?
“Hoplaya zıplaya desek?”
Peki bu ABD nasıl bir süpergüç? Zoru görünce tırsıp geri basıyor… Tutarlı duruş sergileyemiyor. Belki de küresel merkez tekrar Avrupa'da olmalıdır. Örneğin Yeni Roma'da. Hem Doğu'nun içinde hem de Avrupalı kimliğiyle İstanbul; Brüksel'in ardından Avrupa kıtasına ikinci başkent olabilecek niteliktedir.
Bu bazı iç düşünürler tarafından “imkansız” ihtimal olarak değerlendirilmektedir. Ve fakat şunu unutmayalım: 2027 yılına yaklaştığımız şu zamanlarda Roma Tahtı'nın M.Ö. 27 yılında ilan olduğunu hatırlamak abes olmayacaktır. Çünkü sırf bu bile yakın tarihte bir takım devasa hadiselerin vukuu bulacağının kanıtı sayılabilir.

Tüm bu süreç içerisinde Karadeniz ülkelerinin ortak bir masa kuramamış olması bir tür eksiklik ve hatta kabahat gibi görünüyor. Ukrayna krizi bizim milli hezeyanımızı gizliyor. Ukrayna krizi Filistin'deki katliamı perdeliyor. Dünya'da daha pek çok yerde Ukrayna resminin arkasına sığınılarak türlü türlü fenalıklar yapılıyor.
Rusya'ya karşı olmak bize ABD'nin yanında olmanın kazandırdığından fazlasını kaybettiriyor.

NOT: Detaylı içerik için lütfen https://www.bahadirgezer.blog/sava--ukrayna-rusya.html bağlantısını ziyaret ediniz.