Tarihi bir zaman diliminin içindeyken tarihin hatırlatmasını canlı tutmak bizi yavaşlatır mı diye sormaksızın geçmişin Suriye'yi nasıl şekillendirdiğine bakış en kısa biçimiyle şöyle olacaktır:
Günümüzde herhangi bir Suriyeli arkadaşınız varsa onunla konuşurken şunu anlarsınız; Suriyeliler'e göre Türkler onların topraklarını işgal etmiş ve onları sömürmüştür..! Gerçekten buna inanırlar. Bu onların suçu değil. Osmanlı idaresi Fransızlar'ın işgali ile ortadan kalkarken, Fransızlar burada olmanın herhangi bir avantajı olmadığını sezip tası tarağı toplayıp gidince arkalarında uydurma bir devlet yapısı bıraktı. Eğitim sistemi Araplığı öveceği yerde herkesi yeren bir intikam zırvalığıydı. Türkler Suriye'de 500 yıla yakın hüküm sürmüştür. Evet. Ve ancak Türkler bu diyarı o zamanlar buraların hakimi olan ve Araplar'a ibadet serbestisi bile sunmayan Doğu Roma'dan almıştır. Yani Türkler Suriye'yi almak için Araplar'la savaşmamıştır. Bu gerçeği hiç unutmamakta büyük fayda vardır.
Peki, yüzyıllara dayanan tarihi göndermemizi yaptıktan sonra zınk diye bir anda yakın tarihe gelelim: Esadlar baba-oğul Suriye'yi yarım asırdır yönetiyordu. Nihayetinde bir diktatörlüktü. Suriye'de vatandaş homurdanmaya başladı. Baştaki Esad'ın halen genç oluşu onlarca sene daha dayatma rejiminin süreceğinin sinyalini veriyordu. Bunun üzerine Suriye kazan kaldırdı. Kuzey'deki Kürt topluluklar organize olup Şam'daki Esad rejimi ile çarpışmaya başladı. Bu esnada önüne gelen tüm otorite alternatiflerini yıkmaya odaklanmış terör örgütü IŞİD Dünya genelinde suçsuz ahali üzerinde terör saldırıları düzenlemenin yanında Suriye içinde hem ayrılıkçı Kürtler, hem de Esad ile çarpışıyordu. IŞİD Suriye ve Irak'ın birleşip ortaya güçlü bir devlet çıkarılmasının Allah'ın emri olduğunu savunuyor ve bu yönde vahşet saçıyordu. Durumlar karıştı derken ve IŞİD'e silah yardımı yapılırken -Kürt ayrılıkçılarla mücadele etmeleri için- Türk Jandarma olaya “Dur!” diyordu. Suriye'de işler karmaşıktı. Eli silahlı sayısız örgüt ve üzerine bombalar yağan milyonlar vardı. Ve durum bu ahvaldeyken TSK kışlasında kalmaya devam etmiştir. Türk F16'lar kendi vatandaşının üzerine bombalar yağdıran Esad MIG'lerini avlamamışlardır. Yani Türkiye pasif kalmıştır. Komşusunda cereyan eden insanlık dışı duruma müdahale edememiştir.
NATO Dünya'da var olan en kuvvetli askeri sadakat paktıdır. NATO'dan daha güçlü bir askeri oluşum yoktur. Bu NATO'nun en kuvvetli/tesirli ordusu Amerikan Silahlı Kuvvetleri'dir. İkinci sırada Türkiye vardır. Üçüncü sırada ise İngiltere yer alır.
Türk Silahlı Kuvvetleri Dünya'nın en elit ordularından biridir. Yanı başımızda vukuu bulan bu insanlık dramına müdahale dahi edemiyorsak bizim lafımızın anlamı, dilimizin manası kalır mı?
Lütfen hatırlayınız; 5-6 sene evvel… Suriye'de kan oluk oluk akıyor. İnsanlar botlarla, sallarla Akdeniz'i aşıp kaçmaya çalışıyor. Ve Türkiye tek ses olmuş: “Bizi savaşa çekmek istiyorlar! Aman Suriye bataklığına bulaşmayalım!” İktidar ve muhalefet aynı sesi çıkarıyor o dönemde. Suriye bataklığına girmemek. Çünkü külfeti çok pahalı olur deniliyordu o günlerde. Ege'de bir tatbikattan daha ucuza mal olabilecek bir askeri operasyonu Türk kamuoyuna yapılması imkansız olarak gösterdiler. Hatırlayınız bunları. Eğer TSK'ya tezkere çıkmış olsaydı 72 saat içerisinde Şam'a girebilir ve Esad'ı göz altına alıp uluslararası adalete teslim edebilirdik. Bunun yerine biz seyirci kaldık. Biz seyrettikçe milyonlarca Suriyeli yurdumuza göç etti. 3 gün sürecek bir askeri operasyon mu daha pahalıdır? Yoksa 4 milyon mülteciye yaşam sunmak mı daha pahalıdır? Ayrıca konu sadece Türkiye'ye maliyeti ne olur sorusunun ötesinde bir insanlık sorumluluğuydu. NATO'nun 2 numarası yanında olup bitenlere seyirci kalırken Suriye'nin nüfusunun %6'sı ölüyordu. %6. Bir ülkenin %6'sı.
Dünya Türkiye'nin nasıl hareket edeceğine odaklanmıştı. Ve ancak herkes Türkiye'nin ne yapacağından ziyade bunu kimin söyleyeceğini daha çok merak ediyordu. Washington'dan ve Brüksel'den beklenen bir talimat rezilliği doğdu bir anda. Türkiye yanı başındaki Suriye'deki vahşeti durdurmak operasyonunun ilanının ABD tarafından yapılmasını bekler bir vaziyetteydi. Kendi askerimizin ilk komutunu başkası versin diye bekleyen bir yönetimimiz var bizim. Amerika “Türkiye! Suriye'ye dal!” diyecek ki girelim ha?
Türkiye'nin güncel dış politikası pasifliktir. Sorunların “haricinde” kalırsam sorunum olmaz. Böyle bir algı. Hariciye artık sürekli her meselenin haricinde kalmanın derdinde.
Gerçek şu ki; Türkiye Suriye'de oluşan tabloda sıfır etki göstermiştir. Türkiye'nin Suriye'de yapabildiği tek şey tabanları yağlamak olmuştur. Merhum Gazi Süleyman Şah'ın Kabri açılıp Naaşı 'daha güvenli' bir bölgeye taşınmıştır. Ecdadın mezarına sahiplenemeyen, mezarın yerine sahiplenemeyen Türkiye Suriye'de fasülye konumundadır. Etliye sütlüye karışmadan olanları takip edip, yadsınamaz durumlar oluştuğunda bunlarla aynı yöne akmak. Tüm tatavası bu Türkiye'deki iktidarın. Olan bitenle ak gitsin. Dünya yıkıldı, gök yarıldı… Ak gitsin… Sıkıntı bastı, borç dayandı… Ak gitsin… Akışına bırak…
Tamam. Şimdi de şimdiye bakalım: Suriye'de yönetimi Kolani diye bir adam aldı. Bu adam El-Kaide örgütünün üst yönetiminde ki bir insanlık düşmanı. El-Kaide 2003 yılında İstanbul'da elliden fazla Türk vatandaşını katleden saldırıyı tertipleyen bir örgüt. Yani komşumuzda terörizm iktidar oldu! Akışına bırak partisi bu yeni yönetim ile iyi anlaşır bir izlenim vermeye çalışıyor. Nedense?
Domaniç Gazetemiz bünyesinde 'takım elbiseli teröristler' konusunu daha evvel ilginize sunmuştuk. Ve ancak içinde bulunduğumuz zaman gerçekten bu tanımlamanın birebir örneğini sunmaktadır. El-Kaide'nin Suriye'de iktidar olması el-haile'dir. El-Kaide dans çetesi değildir. “Dün El-Kaideli'ydim ama bugün değilim!” di-ye-mez-sin!
Türkiye ayık olmak durumundadır: Suriye'de şu anda terörizm iktidarı almıştır.
“İyi de, Suriye'de terör ile ilişkilendirilemeyen herhangi bir sivil toplum teşkilatlanması var mı ki?”
El-Kaide demek kötülük demektir. Tecavüz, gasp, darp, işkence, vahşet, zihin yıkama, adilik, iki yüzlülük, katliam demektir. El-Kaide demek günah demektir. İşte bu El-Kaide şu anda Suriye'de iktidarı elinde tutuyor.
Biz, bize göre olan sesi yükseltmeliyiz: Türkmeneli Cumhuriyeti'ni ulusal gündemimize alabiliriz. Sınır güvenliğimizi sağlamak için sınırlarımıza duvar örmek yöntemini uygulayabiliriz. Ve ancak öncelikle ve hemen toplumsal destek konvoyları oluşturmalı ve Suriye'ye tırlar dolusu bebek bezi, patates cipsi, pil, hamburger, şeker, tuz, un, her türlü bakliyat, kuruyemiş, kömür vs. göndermeliyiz. Sınıra yığılan tırların görüntüsü tüm insanlığa insan olduğumuzu tekrar hatırlatacaktır. Suriye'de savaştan bitap düşmüş ahaliye destek olmak Suriye'de iktidarı eline geçiren teröristlere destek vermek anlamına gelmez.
İnsan evladı tüm Alem'in ona odaklamasını hak ediyor. Tüm bu vahşet içinde savaştan kaçan milyonlarca insan Avrupa'ya ulaşma hayali içerisinde Akdeniz'de boğuldu. Eğer Türkiye son 20 yılında AB ile ilişkilerini neticelendirmiş olsaydı bu dram yaşanmayacaktı. Çünkü Türkiye'ye giren Suriyeli AB'ye girmiş olacaktı.
Şu anda terörist oluşumlara yakın duran pek çok kişi büyük şehirlerde kalabalığın içerisinde hayatın akışı içerisinde yaşamaktalar. Onlara göre terörizme finansal yardımda bulunmak, söylenen hesaplara söylenen paraları yatırmak gibi eylemler fark edilemez. Fark edilse bile cezalandırılamaz diye düşünüyorlar. Geçtiğimiz aylarda Lübnan'da yaşananları hatırlayınız: Adam sokak ortasında yürürken cep telefonu patladı! Adam öldü! Bu uygulama pek çok kişiye uygulandı! Yani artık evinde sözüm ona “Özgür Filistin!” sloganıyla para toplayan bir teşkilata para göndererek imanı savunduğuna kendini inandırırken bir anda gümleyebilirsin. Modern Savaş'ta kalabalığa gizlenme kavramı ortadan kalkıyor.
21. yüzyılda savaş artık ilan edilmiyor. Adamın elinde makineli tüfek saydırıyor. Yanına sokulup bağırarak soruyorsun “Savaş mı var?!”. Makineliyi durdurmadan saydırmaya devam ederek ve bağırarak yanıtlıyor: “Bilmiyorum. Var galiba!”
Barış savaşı gizler.
Arap Çölü'nde toprak der ki; “İmkanı yok yapamazsın.”
Amerika'da toprak der ki; “Ya kesin yaparsın! Hatta kasmana bile gerek yok!”
Buralarda toprak der ki; “Yapıldı zaten.”
Takım elbiseli teröristler. Türkiye'de kimler oldukları belli. Katakulli ile milletvekili olanlar. Makamından önce 3 parası varken makamdan sonra 30 parası olanlar. Peşmerge ile davullu zurnalı, kurdelalı açılışlar yapıp teröristlere amigoluk yapanlar. Teröristi Meclis'e davet edenler...
Coğrafyamızda teröristleri devlet yönetimine dahil etmek modası esiyor. Abdullah Öcalan'ın neler ettiğini görmemiş bir nesil var sokaklarda. Onlara şöyle söylemek gerek: Akşam haberlerinde İstanbul'da mesai saati çıkışında işlek bir bulvara yapılan bombalı saldırı vardır. İlk belirlemelere göre 24 kişi hayatını kaybetmiştir. 15'i ağır olmak üzere 50'yi aşkın yaralı vardır. Ardından Apo'nun videosu çıkar. PKK'nın medyaya servis ettiği görüntüde köhne bir mağaranın içinde Apo “Bu eylemin emrini ben verdim. Şartlarımız kabul olmazsa hiçbiriniz güvende olmayacaksınız.” biçiminde zırvalar! Neredeyse her gün bu akıldışılık devam ediyordu. İşte Apo böyle bir herifti. Ne dirisinden, ne ölüsünden, kimseye faydası olmayacak bir pislik. Türkiye'de bugün devlet yöneticisi “Apo gelsin Meclis'te konuşsun!” diyor ısrarla. Olaya ne tıbbi ne de emniyet çerçevesinde bir müdahalede bulunulmuş değil. MHP'ye kayyum atansın bence.
Ekonomi yandan yiyince bir anda Apo çıktı ortaya. “Simitin fiyatını değil, Apo'yu konuşun.” Ne kadar pespayene, ne kadar ucuz bir kitlesel idare biçimi.
“Gelsin Meclis'te konuşsun!” diye kendini yırtanlar!.. Ve ancak bu çığırtkanları Apo pekte kaâle kalmıyor. Apo kendisini çağıranın ayağına gitmediğini kanıtlayarak onların dediğini yapmamayı seçiyor. Yahu biz bizeyiz burada, daha net olayım; Bizim zamanımızda Milliyetçi Hareket Başkanı çağırdı mı uçar da giderdin. Yani farklı devletlerin başkanlarını çağırsa, onlar gelir. Şimdi ise bir aydır bağırınıp duruyor “Gelsin! Gel yav! Yahu gelsene!” ve cibilliyetsiz Apo bile dinlemiyor sözünü. Bu duruma bayağı bir üzülüyorum ben.
Meclis kürsüsünü düşmana peşkeş siyaset ise;
Tabii; Netenyahu gelsin konuşsun Meclis'te. Talabani gelsin Meclis'te konuşsun. Amacın TBMM'nin yüksek iradesini zedelemek olduğu belli. Meclis Dünya'nın önde gelen parlamentolarındandır. Saygınlığını değil 10-20, bin sene de bile bozamazsınız!
Apo “Onbinlerce insan öldürdüm. Teröristliğin cezasından yırtıp bir de üstüne ödül alacağım!” hevesindeyse şöyle bir durum var: Memlekette emeklilerin hali berbat. Yani emekli terörist olmak için pek iyi bir zaman değil.
Dikkat edelim: Suriye'de iktidarı alan ve El-Kaide kanadından olan oluşum ilk anlardan itibaren Türkiyeci bir tavır içinde oldu. Özellikle sırtlarını Türkiye'ye dayadılar. Türkiye'de kimse “Bu adamların bizimle alakası yok” demedi. Takım elbiseli teröristler birbirlerinin dilinden anlıyorlar. Türkiye'de ki sığ yönetim algısına göre Suriye'de iktidarı elinde tutanlar ile iyi geçinmek bir güç göstergesi. Ancak durum öyle değil işte.
Suriye'de askeri üs elde etmek için dengeleri altüst eden asıl etken Rusya ise Esad'ı Moskova'da misafir ederek Şam'daki yeni yönetimi açıkça karşısına alıyor. Yukarı tükürsen bıyık, aşağı tükürsen sakal. Bu coğrafyada artık onun bunun yanında olmak için çaba sarf etmek beyhudedir. Türkiye belirleyici unsur olmalıdır. Başkalarının planları ile ne kadar örtüşebileceğimizi bir kenara koyup inisiyatifi ele geçirmeliyiz.
Bunun için öncelikle Suriye'de yaşayanların cep telefonu servis sağlama işini üstlenmeliyiz. İletişim altyapısını güvenlik içinde tutmalıyız. Suriye'nin önde gelen şehirlerine THY ile uçmalıyız. Hama'ya, Haseke'ye, Halep'e ve tabii ki Şam'a uçmalıyız. Suriye için Dünya'ya açılmanın yolu Türkiye'den geçmeli. Çünkü en güvenilir yol bu.
Tüm metotların başında ise Türk Askeri gelmektedir. Savaşı asker başlatmaz ve ancak asker bitirir. Bu süreç içerisinde bölücü ve ayrılıkçı akımlar ile mücadelemizi Suriye ve Irak topraklarında en faal mertebeye taşımalıyız.
Kıyafeti değişti diye teröristi adamdan saymamalıyız. Suriye'de, Filistin'de olan son hadiselerden, yani cinayetler ve katliamdan kimlerin faydalandığını görmeliyiz. Filistin'e bomba yağdıkça hangi siyasi partilerin oyları yükseliyor; ayık olmalıyız.
Suriye'de “Mutlu Son”a ulaşılmış gibi bir hava estirilmeye çalışılıyor. Aslında durumun vahameti ortada: El-Kaide'li terörist Şam'da kontrolü eline geçirdi. İşin içinde El-Kaide var ise durum tam bir haile.
“Hiçbir şey yapmadan her şeyi yapmış gibi görüneceğiz!” ümidini taşıyan mikrofon bağımlısı zihniyet için komşunun evinde 4 milyon insan ölmüş herhangi bir ehemmiyet taşımamaktadır. Akışına bıraka bıraka akacak yer kalmadı. Sonra denmesin “Suriye'de kan aktı, Türk ise anca baktı.”
Silah kullanma hakkı bir ulusun eline her zaman geçmez. Silahı en iyi kullanan ise bilir ki fırsatın kazası olmaz. IŞİD ve PYD/YPG gibi oluşumları ezmek için önümüzde uygun bir vaziyet var. Suriye'nin batısı -ki Esad'ın Rusya'ya verdiği askeri üs bu noktadır- Kıbrıs'ın doğal coğrafi yörüngesidir.
“Bekle ve gör” diyeceğimize “Bekletmeyelim de görsünler” diyebilmeliyiz. Savaş sınıra dayanmışken “İhtiyatlı olalım” demek sakin kalmak değil, olsa olsa anca hödüklük olur.
Kazancımız ne olacak peki?
Suriye'yi korumak bizim kazancımızdır. İlla işimize gelmesi gerekiyorsa; komşuda barış bizim menfaatimizdir.
Çünkü barış kutsaldır.