Kıymetli hanımlar ve efendiler; bu hafta ki yazı konum annem ile aramda münakaşaların yaşanmasına sebebiyet verdi. Kendisi filoloji mezunu. Ben de edebiyat eğitimliyim. İki cambaz bir ip olayı oldu. Annem tezimin temeline karşıydı. Ona göre atasözleri yalnızca sözel anlamından ibaret olamaz ve öyle sayılamazdı. Benim ortaya çıkardığım anlatım biçiminin saçma bile olduğunu söyledi.


Bu demek oluyor ki: yazının devamını suçluluk duyarak getireceğim. “Atasözlerine bulaşma!” uyarı bu. Tarih boyunca atasözleri hakkında konuşanların hepsi pişman olup oturmuş bir köşeye sinmiş. Çünkü atasözü zaten özünde geniş zamanda kendisine yöneltilecek eleştirileri şapa oturtmuş anlatı biçimidir.


Dil bilimi ve tarihine bakıldığında şöyle bir ihtimal var: dili ortaya çıkaran evvela atasözleri olmuş olabilir. Çünkü; atasözleri binlerce yıldan günümüze ulaşan edebi ürünlerdir ki bazı diller bile bu kadar eski değildir. Üç-beş binyıl değil, 60.000 yıl evvel insanlık daha adam akıllı konuşmayı bile bilmezken bazı belirleyici anlatılara ve ses birlikteliklerine ihtiyaç duydu. “Uuuu aa! Uuuu aa!”, “Uu u! Uu u!” Farklı ritmik vurgular ile insanlar birbirlerine “gel, git, bak, al, ver” gibi komutları vermeye başladılar. İşte atasözlerinin bazılarının bu temel ve ilkel cümlelere dayandırılabilirliği vardır.


İlkel ve modern… Sizce atasözleri bu ikisinden hangisine yakındır? Daha saf, daha samimi, daha sade… Sanırım bunlar ilkelliğe daha yakın ifadeler.

İlkelizm… Bunu ilkeli olan insanların takip ettiği ideoloji olarak görebilir isteyen. Biz ise tarihi açıdan erkenliği ifade eden ilkelliği takip etme arzusu olarak nitelendireceğiz.


Yani çağdaş kavramlardan uzak bir değerlendirme yapmaya çabalayacağız. Bu tutuma göre atasözlerinde mecaz, kinaye, dokundurma, metafor, gizli manâ vs. bulunmaz. Atasözü yalnızca ve sadece sahip olduğu kelimelerin anlamlarını ifade eder. Ne eksiğini, ne de fazlasını.


Örneklendirme ile anlayışımızı kuvvetlendirelim: “Denize düşen yılana sarılır.” Şimdi kimine göre bu atasözü zor durumlarla karşılaştığında kişinin en sevmediği insanlara bile tahammül etmesi gerçekliğini vurgulamıştır.

Biz ise şu açıdan bakıyoruz: Diyelim ki okyanus ortasında sefer eden bir geminin güvertesindesiniz ve vakit gece. Ayağınız kaydı ve gemiden savruldunuz ve denize düşer oldunuz! O esnada gemiden bir yılan sarktı! Düşünür müsünüz “Yahu yılan tutamam ben” diye? Ya da yılan olduğuna bakmayıp denize yuvarlanmamak için tutar mıydınız?

Çok düşünmenize gerek yok. Atasözü anlatmış ne yapacağımızı.


Örnek sayısız: “Havlayan köpek ısırmaz.” Bazısı bunu şöyle anlıyor; 20 metre ötede bir köpek var ve havlıyor. Demek ki ısırmaz!

Yok ya?! Olur mu öyle şey be! Koparır etini! Havlıyor diye köpeğe yaklaşan var yahu.

“Havlayan köpek ısırmaz!” Yani havlarken ısırmaz! Havlamakta iken hiçbir köpek ısırmaz. Çünkü fiziğe aykırıdır bu durum.


Ne? Başka örnek mi? Eğlenceli mi geldi? “Su içerken yılan bile ısırmaz.” var. Genel-güncel yargıya göre bu su içmekte olan canlıyı yılan sokmayacağı anlamına gelir ki bu anıtsal derecede saçmadır. Burada tarif edilen yılan hayvanının bile sulanırken farklı canlılara dokunmaması durumudur.

“Su içene dokunulmaz” anlatımı sonradan ortaya çıkmıştır ki ütopik bir yalandır sadece. Ve ancak canlıların su içerlerken diğer canlılara dokunmayışı özelliği ise alabildiğince gerçektir.


“Ata’nın yolundayız!” diyoruz “Vay ırkçı! Vay mendebur! Vay münafık!” diyor. Yahu Ata demek baba demek. Baba geleneğini yaşatmak demek. “Ata” kelimesini zinhar aforoz etmeye çalışan bir yobaz algı memleketi zapt etmiş vaziyette. İşbu ahvalde atasözü hakkında yazmak nasıl bir risktir şimdi yazarken fark ediyorum. “Yazı boyunca defalarca ata demiş! Kaşınmış! Alalım şunu.” cümlelerini benim hakkımda bir emniyet mensubu sarf ederse… diğer emniyet mensubuna şikayet ederim ben de. Da o da “E ama demişsin.” derse o zaman “Benim yeğenimin adı Ata! İngiltere’de kendisi! Yeni Dünya’ya geldi o yüzden üst üste ata dedim.” diyebilirim. İnsafa gelip bana dokunmayan eminiyet mensubu sonra bir bakıyor ki İngiltere’deki yeğenin adı Ada’ymış! “Vay hergele!”


Şaka bir yana, ilkel anlamını kaybetmememiz gereken atasözleri var. Örneğin “İş bilenin kılıç kuşananın.” Bu şu an ki anlamlandırma ile gözü açık olan kişinin başarılı olacağı biçiminde yorumlanır. Birileri bir yerden yolsuzlukla milyar kaldırınca “Eeeğğ, iş bilenin kılıç kuşananın. Aferin! İyi yapmış!” falan denir.

“İş”, “bilenin kılıç”, “kuşananın.”. Yani kılıcını keskin tutmanın önemi ile ilgili bir hatırlatma. ‘İş bileyli/keskin kılıç kuşananın.’

Mutfakta ki bıçakları en son ne zaman bileylediniz?

Domaniç tamam da, ben İstanbul’da ömründe iki kez bıçak bileylemiş ve yirmi yaşına gelmiş adam tanıyorum. New York’ta 50 yaşında, ömründe bir kere bile bıçak bileylememiş adam var.


Atasözlerimizin farklı uluslardaki yansımaları… Atasözlerimizi ortaya çıkaran mitolojik hikayeler… Atasözlerimizin yaşı…

Dil ve edebiyatımızın zenginleştirici unsuru ve hatta temeli olan atasözlerimizin bizler için hangi anlamlara geldiğini keşfetmek anlatı kabiliyetimizi geliştirecek ve bizi kendimize yakınlaştıracaktır.