Almanlar, Büyük Germania ülküsü ve hayaliyle her cephede savaşıyor. Komşuları Hollanda, Fransa, Polonya, Belçika derken, çok uzaklarda da cepheler açmışlar.
Memleketin çalışan, üreten, düşünen beyinleri; aynı zamanda ekonominin de çarklarını çeviren Yahudiler bu savaşçı zihniyete ve ekonominin çöküşüne itiraz ediyorlar. Onlarca dış cephede savaşan Almanlar, iç cephede de bir temizlik başlatıp, ne kadar muhalif Yahudi varsa tutuklayıp içeri atarken, bu haksız ve hukuksuz uygulamalara karşı çıkan diğer siyasiler de tutuklamalardan nasibini alıyor. Tutuklamaları yetersiz gören üst akıl, gaz odalarında Yahudilerden başlayarak muhalefeti yakıp yok etmeye başlıyor ve milyonlarca insan ülkede heba oluyor. Hükümetin yaptığını doğru bulan Almanlar da medyanın etkisiyle dünyaya hâkim olduklarına, SSCB’yi bile Alman ordusunun kuşattığına inanıyor. Bulabildiği bir somuna şükredip desteğe devam ediyor.
1945 yılında Birleşmiş Milletler orduları tepelerine çökünce gerçekler ortaya çıkıyor ama artık savaş sonrası ülkede taş üstünde taş, omuz üstünde baş kalmadığı görülüyor. Tüm işgal edilen topraklar elden gittiği gibi Almanya da ikiye bölünüyor. Elde kalanı ayağa kaldıracak, ülkede çalışacak adam bile yok!
Bizim 1923’te yaptığımızı yaparak, Cumhuriyet sistemiyle yeni düzenlerini kuruyorlar. Kara sabanla tarlalarını sürüp canla başla vatanı ayağa kaldırmak için çalışıyorlar. Kısa sürede yaralar sarılıyor, çarklar dönmeye başlıyor. İnsan gücüne ihtiyaçları var ama milyonları yakan önceki hükümet yüzünden memlekette insan yok. Yabancı ülkelerden sağlıklı ve güçlü insan toplamaya başlıyorlar. İşte bu ülkelerin içinde Türkiye de var. Cumhuriyetin 1923’ten 1950’ye kadar tüm kazanımlarını satıp savuran hükümet yüzünden tekrar açlık ve sefalet yaşayan Türkiye, Almanlara destek olması için erkeklerini 1960’ta Almanlara pazarlıyor.
1960’lı yıllarda Almanlara peşkeş çekilen bizim gurbetçiler, 70’lerde çoluk çocuğu yanlarına almaya başlıyor. Babam da bizi 1971’de götürmüştü. Yıllarım, çamurlu köyümü özlemekle geçti. 2006 yılının 1 Temmuz’unda çoluk çocuğu toplayıp geri döndüm. Alman disiplini ve Türk güler yüzlülüğüyle hayallerimi doğduğum topraklarda gerçekleştirmekti umudum.
Yiğitler Vadisi adı altında; Pizza Kafe, Domaniç Gazetesi, Yiğit Medya Ajans, Güzellik Salonu, Çamaşır Yıkama Salonu ve Spor Salonu içeren işletmemiz umduğumuzdan iyi gitti ama fiziksel olarak yetemedik. “Ele aman” diyerek bulduğumuz elemanlar pizza tarifini çalmaya kalktı, iş disiplinimize uyum sağlayamadı derken 2013’te eşim, 2015’te ben art arda hastalanıp küçülmek zorunda kaldık. “Ya Domaniç için bir şeyler yap, ya da yapanlara engel olma” sloganımız tuttu ama o kadar. Küçük yerlerde büyük hayal kurulmazmış. Ya ağa paşa olup paranla kendine itaat ettireceksin, ya da herkesle aynı seviyede olacaksın; yoksa paçana sarılıp yavaşlatanlar en yakınlarından başlıyor.
19 yılın ardından kısmen pes etmiş olsak da, hâlâ umudumuz, hayalimiz Domaniç'linin Domaniç’te doyması, Domaniç'linin siyasetten ve siyasilerden insani hizmet almasıdır.
Aksi halde, siyasilere ve siyasete biat kültürü nedeniyle sürekli göç eden, küçülen; dün Tunçbilek’e, bugün İnegöl’e işçi olarak gidip gelen Domaniç'linin yok oluşunu gördükçe sağlığını kaybetmemek mümkün değil, vesselam!