Sanat Okulu öğrencisi olmanın öğrettiği bazı net gerçekler vardı. Öncelikle sanat öğrencisi eşsiz ve ikonik olmalıdır. Hareketleri, tavırları, cümleleri bulaşıcı olmalıdır. Aramızda ezikliği imaj olarak kullananlarımız vardı. Ve ancak onlar bile bunu belli bir etki çapı oluşturmak için yapıyordu. Kızlarımızın alımlılığı tavandaydı. Diğer okul öğrencileri sabahları okula sızmaya çalışırlardı. Okulumuz bir cazibe merkeziydi.
Bu okulda (Duke Ellington School of Arts) ben Edebiyat&Medya Bölümü öğrencisi olarak üzerime düşeni gerçekleştirmeye çalışıyordum. Elbette ki Senaryo Yazımı derslerimiz vardı. Senaryo yazışın iki ana belirteci vardı: Çok özgürleştiriciydi ve çok kısıtlayıcıydı.
Özgürleştiricidir çünkü gerçekleşecek olaylar silsilesinin ipi sizin elinizdedir. Dünya'dan kopuk bir Dünya oluşturmanın rahatlığı vardır. Gerçek bir boş tuval yani. Aklına gelen senaryonda olur. Takımın şampiyon olur, kötüler ölür.
Kısıtlayıcıdır çünkü yazım şablonu gerçekten çok sıkıcıdır. Yani senaryo öyle boş sayfaya direkt yazı olarak yazılmıyor. Tıpkı mektup yazarken olduğu gibi belli sağ-sol boşluk olayı, girinti ve çıkıntılar ile diyalog işlemeleri falan gibi bir sürü yazım detayını barındırır. Yazanı bezdirir.
Biz bunlara rağmen aramızda yaptığımız 2 dakikalık bir muhabbetin senaryo konusu barındırabildiğine inananlardandık. Biz sanat okulu öğrencileri genellikle öğretmenlerimizi onaylamazdık. Sadece dediklerini yapardık; hepsi bu.
Zanaatı yazmak olan biri olarak benim ara sıra senaryolaşmaya müsait konu düşünmemem garip olurdu. Masal, senaryo, deneme, araştırma, sohbet, hikaye yazıları ve dahası ilgimi daima çekmektedir. Bir müzisyenin ayrımsız “Müziği seviyorum.” diyebilmesi gibi; “Edebiyatın her dalını, her alanını seviyorum.” diyebiliyorum.
Son iki senede not etmeyi ihmal etmediğim bazı senaryo özetlerinden hiç birini izlemek ister miydiniz acaba?
299 Türk. Evet, bu kadar. Senaryo konusu bu: 299 Türk.
Yahu hani 300 Spartalı vardı? Bizde “299 Türk” yapacağız işte. Filmde ne yapacağımız belli: Haçlı doğrayacağız.
Askeri Bando. Üzgünüm; aklınıza Mehter gelmesin. Bu bando yine bizim silahlı kuvvetlerimizin bandosu. Ve ancak iki gitar ve bir bateriden oluşan bir grup sadece. Kışlalarda performanslarını sergiliyorlar. Batı tarzı müzik yapıyorlar. Rock&Roll dedikleri müzik. Ve işin acayip kısmı şu; bizim grup üyeleri kendilerini Rockstar zannetmektedir. Kuliste birbirlerine hararetle bağırırlar! Gitarlarını fırlatırlar falan. Ancak içecek yine Pepsi tabii.
Gel sen şimdi şuradan bak: Bunlar yurt turuna çıkıyorlar. Kızlar bunlar için deli oluyor. Bizimkilerin aklı çıkıyor falan. Bildiğin TSK içinde akım oluyor itler! Herkes bunları konuşuyor!
Bu arkadaşların hikayesinin detayına girmek ister miydiniz?
“Abi ben saydım diyorum sana. Tam 138 vagonu vardı trenin!”
'Ya öyle şey mi olur? Vagon başı 25 metre olsa yaklaşık 3,5 km eder be. 3,5 kilometre uzunluğunda tren mi olur?'
“Saydım diyorum abi. Yalan mı söyleyeceğim? Amerika'da trenler böyle acayip uzun abi. Yani bir tren rahat 5 milyar Dolar çekiyor diyebiliriz.”
'Tren Soygunu dedin. Nasıl olacak? Trende nakit mi var? Durdurup mu soyacağız?'
“Abi eski tren soygunları mantığından arın. Bizim yapmamız gereken treni çalmak.”
'Ne?'
“Treni çalacağız abi. Biliyorsun ABD'de tren yolları tıpkı komplike karayolları gibidir. Şu an ABD'de halen kullanılmayan ve üzerini çimen basmış binlerce km uzunluğunda döşenmiş ray vardır.”
'Eee?'
“Eesi abi, istediğimiz çatala geldiğinde treni bizim dilediğimiz raya çekeceğiz. Sonra treni sote bir yerde durdurup daha evvelden oraya gelmiş olan vinç ve tır kamyonları vasıtasıyla eriteceğiz. Dilersek yükü hızla atıl bir limanda bekleyen gemiye yükleyip birkaç saat içerisinde uluslararası sulara çıkarabiliriz.”
'Plan biraz manyakça. Ancak para 5 milyar Dalırs diyorsun.'
“Abi bunu başkası anlatsa senaryo sanırsın aslında. Ben güzel nakledemedim sana.”
İneklere Fısıldayan Adam: “Konuştum Sarıkız ve Benekli'yle. Büyük bir plan var. Kınalı durumu doğruladı. Buna göre inekler insan nüfusunu aştığı anda Dünya'yı ele geçirmek için insanları heder edecekler. “İnekten mi korkacaz?” derken şunu unutmayalım. 20 ineğin aynı anda üzerimize gelmesi ve üzerimize oturmaları bizi dağıtabilir. Yani bir değnek bu durumda bizleri kurtaramayabilir.
Şaka maka İspanya'da adamlar yaldır yaldır boğalardan kaçıyor. Burada ise boğalar kovalanıyor. Kurban'da can havliyle kendini sokaklara atan boğaları takip edenleri hatırlayınız. 'Çıkmaza sok abi! Çıkmaza girsin!'
Abi bir boğa gördüm. Bildiğin badici boğa. Böyle omuzları kalçası falan kabarık kabarık kaslar falan. Böyle ne bileyim… Yani nerede yapıyor lan bu kadar kası?”
Git ineklere fısılda kardeşim! Bize niye fısıldıyon?!
Superman vs. Normalman
Ya “Süpermen” demek “Süper Adam” demek. “Super” ve “man”! İyi de adam olabilmesi için insan olması lazım! İnsan olması için Dünyalı olması gerekmez mi? Başka gezegenden gelmiş burada şov yapıyor, bir de kendini adam diye yutturuyor. Adam uçar mı?!
Geçen gün Süpermen'i gördüm; ayağı önde uçuyordu.
“Yumruğu önde olmasın o abi?”
Hayır işte. Ayağını önde tutarak uçuyordu. Çivileme gibi.
Adam kafayı sıyırmış: uçabileceğine inanıyor. Bu yüzden iki üç defa bir yerlerden atlarken son anda yakalamışlar adamı. “Niye böyle yapıyorsun güzel kardeşim?” diyorum. Diyor ki “Çünkü uçabiliyorum.” Bunun üzerine adama aynen şunu söyledim: “Tamam abi, uç. İstediğin gibi uç. Ve ancak yerden kalk. Yerden kalk da uç.” Adama bir aydınlanma geldi bunun üzerine: “Ben uçamam. İnsanım ben.” Vay canına be, bazı insanların böyle şeylerin farkına varmaları için profesyonel destek almaları gerekiyor işte.
Rahatlatıyorsa iyi.
Geriyorsa daha iyi.
Afrik Paşa. Bu kişi 18.yy'da yaşamış bir Osmanlı Paşası. Tunus'un Afrika içine sarkan eyaletlerinden birinin sorumlusu adam. Acayip zengin. Osmanlı Paşası sonuçta. Bu adamı ABD'den bir sivil toplum kuruluşu davet ediyor. Sivil toplum kuruluşu… O zamanlar için yeni ve pek yaygın olmayan bir şey. Paşanın ilgisini çekiyor “Haydi!” diyor “Amerika'ya gidiyoruz.”
4 tane kalyon, 10 tane kadırga hazır ediliyor. Gemiler binbir çeşit hayvan, değerli taşlar, granit, mermer, kum, toprak, bitki, börtü, böcek aklına ne gelirse ile dolduruluyor. Hz. Nuh'un gemisi gibi. Tonlarca ipek götürülüyor. Öyle diyeyim sana. Tabii Paşa'nın alayı da gemidedir. 1.000 atlı nefer taşımaktadır bu kafile.
Amerika, New York'ta (O zamanlar adı New Amsterdam tabii) Paşa için limanda büyük bir karşılama hazırlamıştır. Vali ve senatör hazır beklemektedir. Ufukta Türk gemilerini gören Amerikanlar heyecanlanır ve tezahürat yapmaya başlar. Osmanlı Armadası şehre belli bir mesafede hız keser ve en heybetli kalyon öne doğru çıkar. Tüm heybetiyle iskeleye yanaşır. Geminin güvertesinden aşağıya bir rampa indirilir. Türk gemisini Amerikanlar saki uzaylıları izler gibi izlemektedir. Sonra geminin yanında ki dev kapı açılır ve buradan 5 tane kaplan aniden dışarı çıkar. Arkalarından bir Osmanlı askeri çıkar ve kaplanlara oturmaları komutunu verir. Sakince otururlar. Ardından filler üstünde insanlar… Develer üzerinde meşaleler tutanlar mı dersin, arka iki ayağı üzerinde yürütülen atlar mı dersin… Tam herkes “Peki Paşa nerede?” derken büyük bir gümbürtü kopar. Açıkta ki Türk gemiler toplarını ateşleyerek selam çakarlar ve bu esnasında Paşa kırat üzerinde rampadan aşağıya doğru inmeye başlar. İşte tam bu anda plak takılır. Hani o ses efekti vardır ya? CD'nin sürtmesi sesi. Bir şok anı ile herkes durakalır. Herkesi bir sessizlik alır. Amerikanlar Paşa'nın bir zenci olmasına apışıp kalmıştır.
Eğer bu film bu andan sonra devam edecekse; Paşa onbinlerce siyahi köle satın alır Amerika'da. Ve hepsini serbest bırakır. Amerika durumdan rahatsız olmaya başlar. Zaten Paşa Amerika'da haftalarca kalacak değildir. Satın alıp serbest bıraktığı köleleri Amerikan Polisi daha sonra yakalamış ve hepsi tekrar köleleştirilmiştir zaten.
Bu hikayeye Amerika perspektifiyle bakınca zenci bir adamın okyanusları aşan bir kudretinin olması şaşılacak şeydir. Onlara göre zenci sadece köle olabilmektedir.
“Beyler duydunuz mu?”
'Gene ne oldu?'
“Diyanet fetva verdi!”
'Yine ne diye? Abdest suyu ılık olamaz, keyfe girer demişti ya en son…'
“Abi sigara artık oruç bozmuyor!”
'Nö? Ne? Ney?'
“Abi Diyanet verdi fetvayı, Cumhurbaşkanlığı onayladı. Artık sigara niyet bozmuyor abi.”
'Onca yıl? Ah… Duygulandım şimdi…'
“Hava türevi mahsül orucu bozmaz diye fetva etmiş Diyanet İşleri Başkanı.”
'Diyanet Başkanı değil ve fakat Diyanet İşleri Başkanı.'
Senaryoların sadece sahne oyunları ya da film&dizi çalışmalarında olmanın dışında video oyun konsolları ve bilgisayar oyunları içinde kullanılabilir olması yazılan yaklaşık her üç bin senaryodan birinin projelendirilmesi gibi gerçekler zihni açık arkadaşları ceplerinde en azından birkaç senaryo konusu tutmak konusunda ikna edebilir.