Mutluluğumuzu dizginlemeye çalışarak herkesle birlikte 2024 Avrupa Şampiyonası’nda son çıktığımız iki maç ile ilgili değerlendirmeler deryasına dalalım:

Uyarayım; ehemmiyetli ve fakat nedense birçokları tarafından önemsenmeyen birtakım mevzuları da Domaniç algısı ile harmanlayıp şöyle bir ortaya atmayı hedefleyen, ancak ve sadece Domaniç Gazetesi okuyanların bileceği bir anlatı derlemek gerekiyor.

Portekiz maçımız A Milli Takımlar tarihinde çıktığımız belki de en zor maçtı bile denilebilir. Kimse bunu böyle dile getirmese de bir Ronaldo gerçeği var. Avrupa Futbolu’nun zirve ismi. Bütün Dünya’da destekçileri var. Koreli’de Ronaldo kazansın istiyor Tayvanlı’da. Dünya Ronaldo’yu istiyor. Onu izlemek istiyor. Avrupa Şampiyonası’nın küresel izlenirlik oranını yukarıya çekebilmenin bir yolu da Ronaldo’yu mümkün olduğunca turnuvada tutmak. Tabii ki bu tek yol değil. Ve ancak oldukça gerçek ve etkili bir durum. Portekiz maçımızda küresel algı açısından iki belirleyici unsur var idi: 1-Bütün Dünya Ronaldo’nun kazanmasını istiyordu. 2- Dünya çapında 1.8 milyar Müslüman Türkiye kazansın istiyordu.

Burada amaçlanan sportif faaliyet ile ilahi düşünceyi kıyaslamak değil. Ve fakat şöyle desek: İngiltere ile Tunus maça çıksa kimi desteklerdi Türkiye? Cezayir ile Fransa karşılaştığında kimi destekler Türkiye? İşte diğer İslam ülkeleri de aynı mantıkla Avrupa’da yalnız kalan Türkiye’ye destek vermekteler. Bunun lâiklik ile çelişen hiçbir yanı yok. Ayrıca bu da tıpkı Ronaldo örneğinde olduğu gibi Avrupa Şampiyonası’na global ilgiyi artıran bir unsurdur.

Kıssadan hisse; Portekiz maçında Dünya’nın çoğu Türkiye’nin kaybetmesini istiyordu. Biz duygusalız. Etkileniyoruz böyle durumlarda. Zaten maç içinde turnuvanın en absürt golünü kendi kalemize atışımızdan bu belliydi. Hayatımda yüzlerce maçta oynadım. Amatör. Bir ara Fenerbahçe’de altyapı ile antrenmanlara çıktım. Birinde korner oldu. Karşı taraf kullanıyordu. Ön direği ben aldım. Kale solumdaydı. Ön direğe kesti. Topu karşılamak için sağ dizimi kaldırdım. Top diz kemiğime çarpıp düşündüğümden çok daha hızlı bir biçimde solumdaki kaleye girdi. Birçok gol attım. Ve ancak unutamadığım gol kendi kaleme attığım goldür. Benim için bu böyle.

Portekiz maçının 15. dakikasında Pepe voleybol oynadı. Smaç, manşet… Ne ararsan var. Hakeme ilginç gelmiş olacak; seyretti olanları. Bu Portekiz’e “hakem kayıtsız şartsız bizim yanımızda” özgüvenini verdi.

Lütfen birileri bana şu sorunun cevabını verebilir mi: ilk yarıda oyuncu değiştirmek kanun dışı mıdır? Günah mıdır? Takımın kimyası bozulmuşsa ilk yarıda neden müdahale gelmiyor? İşin aslı şu: futbolcu ilk yarı bitmeden oyundan alınınca rencide oluyor. Teknik adamlar ise futbolcuyu küstürmek istemiyor. Durum bu kadar basit ve bu kadar saçma. Müsabaka esnasında şartların değişmesinden mütevellit stratejik değişikliklere gitmek ve erken oyuncu değiştirmek gerekebilir. Bu bu kadar net iken Türkiye Arda’yı oyuna almak için 70. dakikayı bekledi. Tribünler Arda’nın sahaya çıkması için 20 dakika boyunca tezahüratta bulundular. 60.000 Türk “Arda!” diye bağırıyor. Ve ancak stattaki 60.000 kişinin tümü külliyen yanlış, bir bizim teknik direktör doğru!? İşin doğrusu; Arda maç 0-2 iken oyuna dahil olsa idi sonuç farklı olabilirdi.

Açıkçası beni üzen bir gelişme 60. dakikada yaşandı. Tribün hakimiyeti bu dakikada Portekiz’in lehine değişir oldu. Türk taraftarların sesi az duyulur olmaya başladı. Bu böyle olmamalıydı. Şartları Türkiye için en müsait olan Avrupa Şampiyonası’nın içinde olduğumuzu anlamak gerekli. Gerçekten ev sahibi gibi bir pozisyonumuz var. Maçlardan sonra stat hoparlörlerinden “Memleketim” şarkısı çalıyordu. Tıpkı Bursa, Konya, İstanbul’da olduğu gibi. Ya kadromuz? Maksat kulüpçülük yapmak değil ve ancak

şu gerçek lütfen unutulmasın: Türk A Milli Futbol Takımı’nda Inter Milan, Real Madrid, Juventus, B. Dortmund, Benfica, Ajax, Manchester United, Roma, Panathinaikos, Lille, Leicester City, Trabzonspor, Fenerbahçe, Beşiktaş ve Galatasaray’dan oluşan bir ekip var. Bu muhteşem bir kadro olmanın çok ötesinde; resmen bir armadadır. Bu kulüpleri bir araya getirebilen Ay Yıldız farklı bir gücün temsilcisi oluyor. “Milli oyuncuları büyük kulüplerde top koşturan takımlar galibiyete daha yatkındır.” gerçeğinin yara almaması için başarmamız gerekiyor. Berbat bir performans ile yanımızda olan tribünleri kaybetmemiz değil. Ve böyle üst düzey bir kadromuzun oluşu daima böyle olacağı anlamına gelmez. Yani şanslı bir dönemde olduğumuzun idrakinde olmalıyız.

Maçın ilk yarısında dikkatten kaçmayacak bir görüntü vardı. Maç erken saatte oynandığı için Güneş daha batmamıştı. Ve yedek kulübesine tam karşıdan vuran Güneş yedek kadroya tabiri caîz ise Güneş’ten korunma yağı sürdürtecek hale geldi. Maç sonunda yedek kadro solaryuma girmiş gibi iki ton esmerleşti. Yahu insan kulübeyi Güneş’ten koruyacak bir şey yapar be!

Maçtan sonra İrfancan’ın “Merak etmeyin ya. Son maçta berabere kalsak bile geçiyoz turu. Hiç öyle kasmaya falan gerek yok. Tasalanmayın; o iş bizde.” biçiminde tavrı tedirginliğin dozunu artırıyordu. Çünkü kimse Gürcistan’ın Portekiz’i yenebileceğini düşünmese de galip gelmek için hiçbir sebebi bulunmayan bir Portekiz’in nasıl oynayacağını kimseler düşünmek istemiyordu. Çek Cumhuriyeti maçında alınacak bir beraberlik aslında üst turun kapısını bize garanti olarak açmayacaktı. Türkiye’deki genel kanı Gürcistan’ın Portekiz’e yenileceği yönündeydi.

Bu ortam içinde Çekya maçımıza çıktık. Daha 2. dakikada kalecimiz Mert müthiş bir kurtarış yaptı. Maç hızlı başladı denilebilir. 3. dakikada yine kalecimiz Mert’in yerden degajı bizi pozisyona sokar gibi oldu. Dakika 13’te Arda ceza sahası dışından bir şut denedi ve ancak top üstten auta çıktı. Bunun hemen ardından 14. dakikada Türkiye önce bir şut çekip ardından kaleye paralel giden bir orta yaptı. Ve ancak bunlardan sonuç çıkmadı. 16. dakikada Çekler tehlikeli gelip ceza sahası içinde kafa topuna çıktılar. Takımların sahaya yayılmasından anlaşılan Çekya 5-4-1 dizilişini kullanıyordu. Gruptan çıkabilmek için tek seçeneği kazanmak olan bir takım açısından risk almaktan uzak görünen bu strateji aslında Çekya’nın Türkiye’den ürktüğünü de gösteriyordu. 22. dakikada Çek Cumhuriyeti kırmızı kart görerek sahada 10 kişi kaldı. Bu dakikadan itibaren hakem neredeyse tüm kararlarında Çekya tarafını tuttu. Sanki bir hata yapmış da kendini affettirmeye çalışıyormuş gibi. Çekler ise “Bize kırmızı gösterdi. Artık bize düdük çalmaz.” diyerek hakemin bu zaafını fark ettiler. Topa sık sık elle müdahale ettiler. Sebepsiz sertlik uyguladılar. Yere yatıp çığlıklar atıp feryat figan ettiler. İlk yarıdan akılda kalanlar arasında yine Arda’nın volesi vardı. Defansın son anda yetiştiği pozisyonda Arda muhteşem bir gol vuruşu yaptı.

Bu esnada Gürcistan-Portekiz maçından haberler geliyordu. Nedense herkesler Gürcistan’ın kazanmasının bizim en iyi üçüncülerden olma ümidimizi kırdığına odaklanmıştı. Ben ise bunu bir fırsat olarak görüyordum. “Portekiz 6 puanda kalırsa ve biz Çekya’yı 3 fark ile yenersek grup lideri olabiliriz.” diye düşünmeye başlamıştım ki 66. dakika geldi. Çekya bizim yarı sahamızda topu taç ile oyuna soktu. İşte bu taç önemli. Çünkü Çek futbolcu tacı faullü attı. Topu karpuz gibi altından tuttu. Eğer top böyle tutulabiliyorsa ben kaleden kaleye taç atarım. Taç tamamen gayri nizamî idi. Bunun devamında ceza sahasında kalecimiz Mert’e açık kalp ameliyatı yapıldı ve hakem bunlarla ilgilenmedi bile. “Gol” dedi. Ve taraflı tarafsız izleyende “Bu ne biçim gol be?” denilecek bir gol ortaya çıkmış oldu.

Çekler bize az çektirmedi.

Çekya ile şimdiye kadar 11 maça çıktık. 5 kere galip geldik. 5 kere mağlup olduk. Bir kere berabere kaldık. Yani bu maç bir nevi iki ülke arasında üstünlük ilanı maçı gibi bir statüye sahipti. Ve işte maça

sonradan giren Cenk 94. dakikada Kerem’in muazzam perdelemesiyle açılan istikamette sağlam bir şut çekip Türkiye’ye galibiyeti getiren ve Türkiye’yi ikili kıyaslamada Çekya’nın üstüne çıkaran golü attı.

Şimdi Milliler aradaki 2-3 günlük boşluktan faydalanıp günübirlik İstanbul’a gelebiliyorlar mı? Ya da Avrupa Şampiyonası boyunca Almanya’da olmak mı zorundalar? Yani Boğaz’da bir balık keyfi, bir çay-simit keyfi yapıp geri dönemiyorlar mı?

Şaka bir yana; maçtan sonra Kaptan Hakan Çalhanoğlu ile yapılan röportajda kaptanın yüz ifadesi sanki “Yahu uykum var benim. Bırakın uyuyayım yav.” dermiş gibiydi. Önemli bir tespitte bulundu Hakan; “Gurbetçilerimizin desteği ile yapamayacağımız bir şey yok.” dedi. Bu gerçekten doğru. Sadece sportif anlamda değil; siyaset, ekonomi, sanayi, teknoloji vs. birçok mecrada gurbetçilerin desteğini arkasına alan oluşumlar başarıya ulaşmaktadır. Yalnız bunun şöyle bir dezavantajı var: gurbetçilerimiz genellikle daha iyi niyetli ve saf oldukları için çoğu kez kandırılıyorlar. Bağış adında gurbetçiden toplanan para Afganistan’da köylerdeki kız çocuklarına silah zoruyla tecavüz eden “mücahitler”in beslenmesi için kullanılıyor. Propaganda ile gurbetçinin desteğini kazanan ve Anayasa’ya karşı olan siyasi örgütlenme iktidar oluyor ve böylesi bir iktidarın tepe ismi 2016 yılında kameralar karşısında, açıkça, net bir biçimde ve tane tane Hitler Almanyası’nı nasıl örnek aldığını söylüyor.

Yani evet; gurbetçiler Türkiye’nin yönünü belirleyen bir kuvvet. Ve ancak gurbetçilere üç-beş bir şeyler vermek bir yana, onlardan nasıl daha fazlasını almanın derdinde bir algının faal olduğu hususunda ayık olmalıyız.

Tüm Dünya’nın gündemi şu anda futbol. Şimdi son 16 seviyesinde rakibimiz Avusturya. Turnuvanın dikkat çeken ekibi diyebiliriz. Hollanda ve Polonya’yı yendiler. Dahası daha 6 ay evvel bizi yendiler. Hazırlık maçında Avusturya’dan 6 gol yediğimizi sanırım kimse unutmamıştır. Turnuva içinde eşleşeceğimiz bir takımla hazırlık maçı yapmış olmamız ise az rastlanır bir tesadüf.

Türk A Milli Futbol Takımı’na şükranlarımızı sunuyoruz. Böylesi bir organizasyonun parçası olmamız için ter döken, Türkiye’nin tanıtımı, Türkiye’nin menfaati için didinen, iyiliği, doğruluğu, samimiyeti ve saygıyı korumak için mücadele eden Milli Sporcularımız’ı ve Milli Kafile’yi yürekten kutluyoruz.