Yeryüzü’nde ki tüm ülkelerde çoğunluk vardır. Hepsinde azınlık vardır denilemeyebilir. Ve ancak tüm ülkelerde hakim bir sınıf, bir zümre ya da bir soy vardır.

Türkiye’nin asli çoğunluğu ve sahibi Türkler’dir. Türk’ün azınlıklarla ilişkileri ve münasebetleri ile ilgili yalnızca T.C. ya da Türk Osmanlı Devleti çerçevesinden bakmak eksik olacaktır. Türk’ün azınlıklarla binlerce yıl öncesine dayanan hukuku vardır. Bundan 3.500 yıl evvel Türkler Çin Hanlığı’ndaki köylerde eğer kendilerine destek verirlerse Hanlığı yıkıp yerine tüm çiftçileri koruyan ve kollayan bir otorite kuracaklarını anlatıyor ve bir adım daha öteye gidip dediklerini yapıyorlardı. Çoğunluk olan Çinliler kendilerini azınlık olan Türkler’in yönetmesini ister hale gelmişlerdi.

Bunun sebebi Türk’ün ilahi adalet inancıdır. Türk özgürleştirmek için savaşan türden insandır. Sadece kendi soyunun değil, azınlık ya da çoğunluk, bütün “diğerleri” olarak sınıflandırılabilecek halkların hakkının korunması ve bireysel yaşam hakkı ile inanç serbestisinin tesisini tarihin her safhasında Türk Milleti şiar edinmiştir.

İnsanlık Tarihi’nin en muazzam hadiselerinin başında yer aldığını gördüğümüz o müthiş kitlesel hareket: Kavimler Göçü… Dünya insanlık nüfusunun neredeyse beşte ikisinin on binlerce km uzaklara göç etmesi.

Türk Boyları’nın Anadolu’ya nasıl ve niye geldiklerini, hangi boyların hangi otağları kurup hangi tuğrayı belirledikleri ve daha nice bilgiyi gazetemiz sayfalarında Genel Yayın Yönetmenim Mustafa Yiğit Bey defaten dikkatlere sundu.

Bu dev insan göçünün doğal son duraklarından biri olarak görünen Anadolu’ya akın akın Türk akmaktadır. Ve ancak ilginç bir durum var: O esnada Anadolu’da yerleşik olarak yaşayan nüfus evini barkını terk edip daha Batı’ya (Balkanlar’a) kaçmıyor. Tam tersi; gelenler ile zaten orada olanlar kaynaşıyor. Düğün dernek bir oluyor. Çoğunlukçu kültür ise Türk ve Türkçe oluyor.

Tabii bunun bazı sebepleri var. Türkler Anadolu’ya gelirken Roma İmparatorluğu otoritesinin yoğun vergilendirmesi altında ezilen Anadolu arzdaşı Türkler’in “vergisiz devlet” uygulamasını heves ile ister vaziyetteydi. Türkler gerçekten askeri kabiliyetlerinin sunduğu avantajdan ötürü fetihlerden elde edilen ganimet ile tüm devlet uygulamalarını finanse edecek geliri elde ediyordu.

Yüz yıllar yüz yılları kovalarken Türkler Anadolu’yu merkez alarak 3 kıtaya yayılan bir devlet olan Osmanlı İmparatorluğu’nu kurar. Bu devlet kendini Yeni Roma olarak gösteren İstanbul Tahtı’nı ele geçirecek ve Dünya’nın çatışmalara en müsait coğrafyalarında 700 yıla yakın süren bir barış ve huzur ortamı tesis edecek. İşte bu devlette azınlık konusu farklı bir mertebeye ulaştı. Osmanlı Devleti’nin nüfusunun beşte ikisi gayrimüslim idi. Ülkenin yaklaşık beşte biri Türk idi. Geri kalan kısmı ise Müslüman olup Türk olmayanlar oluşturuyordu. Genel nüfusa bakıldığında en büyük dilim olarak Türkler bulunuyordu. En kalabalık etnik köken Türk idi. Bununla beraber rahatlıkla görülebilir ki; nüfus açısından değerlendirildiğinde Osmanlı Devleti Dünya Tarihi’nin görmüş olduğu en büyük azınlık devletidir.

Peki bu kolay mıdır? Sadece askeri, ekonomik, hukuki tedbirleri alarak olacak bir iş midir? Ya da Türk Milleti’nin içten gelen edebi insancıl refleksi ve azınlıkların dikkatle korunması gerektiğine inanışı mı bu sonuca yol açmaktadır; tartışılır.

Türk Osmanlı Devleti’nin en etkin olduğu (yani Avrupa’da Kralları tayin ettiği dönemde) Ay Yıldız 29 farklı ulusun üzerinde dalgalanan bir Sancak idi. 29 farklı ulus! 40’a yakın farklı dil. İşte Osmanlı Devleti’nin bir araya getirip birleştirdiği insanlık kitlesinin kişisel profili böyleydi. Böyle bir ortamda azınlık saygısı olmayan bir devletin bırakın 700 sene, 10 sene bile ayakta durması mümkün değildir.

Osmanlı Devleti cumhuriyete evrilirken Anadolu kelimesi Türkiye anlamına gelir vaziyetteydi. Fransa’da Kraliyet’e karşı yaşanan devrim hareketi özellikle Avrupa’da ulus/devlet kavramını ortaya çıkarmıştır. Bu çok uluslu dev imparatorlukların özgürlük talebiyle silaha sarılacak azınıklarla mücadele edeceği anlamına geliyordu. Osmanlı Devleti hızla dağılıyordu. Kendine has bir dili olduğunu düşünen 2.000 kişi bir araya gelince bağımsız bir devlet iddiasında bulunuyordu. Bu esnada Türk’ün yoğunlukla yaşadığı Anadolu coğrafyasında Rum, Ermeni, Kürt, Arap, Arnavut, Boşnak, Gürcü ve daha fazla etnik kökene dayanan uluslar kendini kültürel anlamda temsil ediyor ve özlük haklarına sahip çıkıyordu.

Türk Trakya ve Anadolu’nun birlikteliğini tesis edebilmenin haklı gururuyla köşesine çekilip yarım dakika soluklanacakken 1915 Olayları patlak verdi. Olanlar aynen şöyleydi: Osmanlı Devleti artık vergi bile toplayamayacak hale gelmiş, kolluk kuvvetleri dağınık ve bir tür sihirli değneğin kendisine değip kendisini ayaklandırmasını bekler haldeydi. Bu esnada Doğu Anadolu’da Kuzey’de Ermeni, Güney’de Kürtler birbirlerine girdiler! Her gün karşılıklı olarak köyler basılıyordu. Bölgeden gelen desteksiz memurlardan ulaşan raporlar incelendiğinde anlaşılıyor ki insani bir anlatıda yer alamayacak türden vahşet ve işkence cereyan ediyordu. Osmanlı’nın araya girip iki tarafı da kontrol altına alacak bir silahlı gücü bulunmamaktaydı. Bunun üzerine İstanbul şu kararı verdi: Tehcir!

“Ermeniler’i tren yoluyla Kafkasya’ya taşıyın. Kürt nüfusu daha fazla olduğu için Ermeniler’in yerlerinin değiştirilmesi doğru ve uygun olacaktır.”

Buna zorunlu göç denir. Diğer bir adı tehcir. Bu soykırım değildir. Ve fakat şu gerçek göz ardı edilmemeli; Osmanlı’nın trenlerinin kondisyonlarını açıklamaya gerek var mıdır? Domuz koysan, domuz ölür üç-beş saat sonra. İşte bu şartlarda çoluk çocuk on binlerce Ermeni Kafkasya’ya taşındı. Olanların üzücülüğünün yanında kısıtlı imkanlarla dev bir soruna çare bulmaya çalışan bir devletin düştüğü hâl insanı ürpertiyor.

Ancak Osmanlı Devleti’ni soykırım yapmakla suçlamak adalet ve tarafsızlıktan uzak bir ithamdır. Bu iddianın en büyük destekçileri Ermeni Diasporası’dır. Yani uluslararası sahada etken olan Ermeni lobileri. Bu lobilere üye olan Ermeni asıllı kişilerin çoğu Ermenistan’ın başkenti neresidir bilmez ve ancak “Türkler Ermeniler’e soykırım yaptı!” diye diye etrafta dolanır durur.

Ayrıştırıcı ve nefret körükleyici Ermeni örgütlenmeler sayesinde artık Dünya’da her ülke bir diğer ülkeye soykırım yaftası atıyor. Cidden bir bakın lütfen 1980’den beri herhangi bir soykırım tanınması için BM’ye başvuran ülke sayısına. Herkes birbirinden şikayetçi artık. Neredeyse tüm ülkeler sınır komşusu olduğu ülkeyi soykırımla suçluyor. Yani soykırım denilen bir kelimeyi bile ağızda sakız haline getirdiler.

Türk Kültürü’nün numune şehri İstanbul’da yüzyıllar boyuna yayılmış olan geleneğe göre Ramazan Bayramı’nda Hristiyanlar güzel bir tatlı yapıp Müslüman komşularının evinin kapısını çalar. İyi

temenniler ve iyi niyetler dilenir. Aynı şey Paskalya geldiğinde de yaşanır. Türk aile efradı Hristiyan komşusunun kapısını çalar ve lokma ikram eder. Komşusunun özel gününü tebrik eder. Hanuka olduğunda Hristiyan ve Müslüman barış ve huzur içinde Musevî hemşerilerinin kapısını çalar, onların ilahi günlerine duydukları saygıyı dile getirirlerdi.

Bizim alışmış olduğumuz kültürel seviye bu idi.

Ancak alışmış olduğumuz bu hoşgörü tutumu anlık tahrikler ve kötü niyetli sabotajcılar sayesinde tarih boyunca büyük yaralar aldı. 7 Eylül 1955’te ani bir tahrike kapılan on binlerce gösterici “Allah’a olan imanlarını kanıtlamak için” azınlıklara ait tüm mülke hasar vermeye başladı. Olaylar artık parçalayacak bir şey kalmayınca durdu. Türk’ün gayrimüslimlerle münasebetinde utanılacak bir 1915 yarası yoktur ve ancak bir 1955 acısı vardır.

Sürekli Ermeniler’den bahsetmek Rum’u küstürmesin. Rumlar’ı Türk için vazgeçilmez yapan özelliklerinin başında Ekümen Fener Patrikhanesi’nin Patrikleri’nin çoğunun Rum olması gelir. Hem Rum, hem Ermeni, Türk’ün kültürel uygarlığı bünyesinde yer alan zenginleştirici unsurlardır. Hem Rum, hem Ermeni ile Türk bireysel iletişim temel alındığında pekte iyi geçinmektedir. Yani şu kadar denilebilir; Bir Türk başka bir Türk ile tavla oynayacağına kendine bir Rum rakip bulmayı yeğler. Çünkü bu yolla alacağı galibiyet milli bir kazanım olacaktır.

Türk’ün Yunan ile, Türk’ün Ermeni ile yakınlaşması kimleri rahatsız ediyor dikkat etmek gerekir. Bunun yanında lütfen şu göstergeyi göz ardı etmeyelim: Bugün Türkiye’de yaşayan Rum sayısı Yunanistan’da yaşayan Türk sayısının yaklaşık 25 mislidir. Bugün Türkiye’de yaşayan Ermeni sayısı Ermenistan’da yaşayan Türk sayısının yaklaşık 60 mislidir. Biraz abes değil mi bu? Bu Yunanistan ve Ermenistan’da Türkler’in barınmasını güvenli kılacak kadar hoşgörü oluşmadığının delili.

İspanya’da 15. yüzyılların sonuna doğru yaşanan mezalimden kaçan Museviler’in Türk Osmanlı Başkenti İstanbul’a geldikleri sürekli anlatılagelen hadiselerden biridir. Türkler’in bugüne göre daha “geri kafalı” oldukları kabul gören o yıllarda İbraniler’in İstanbul’u yanaşılacak bir liman olarak görmesi aslında azınlıklar hakkında ki tutumuz ve duruşumuzun biçimini belli eder.

Ani gelişmeler bazen ülkeleri yakınlaştırır. Bazen ise savaşa bile sürükler. Yunanistan’da deprem olduğunda onların kardeşlerimiz olduğunu söyler ve arama-kurtarma çalışmaları için elimizden geleni yapar, Kızılayımız’ı afetzede Yunanlılar’a ulaştırmaya çalışırız. Ve yine fanatik bir Rum’un suçsuz bir küçük Türk kızını gaddarca öldürmesi bir anda çığ gibi büyüyen tepkiye sebep olur. Protestoların barışçıl kalmasını sağlamaya çalışmak imkansızlaşır. Yani devletler, ülkeler arası ilişkiler ile azınlıklar ile ilişkiler arasında fark vardır. Ve ancak bunlar birbiriyle yakın etkileşim halindedir. Binlerce yılda kurulan kardeşlik duygusu ve saygı anlayışı mirası densiz bir teröristin çektiği tetikle hayatına kast ettiği azınlık mensubu bir ilkokul öğretmeninin vefatıyla oluşacak olan infial neticesinde darmadağın olur.

Tüm bunlarla beraber yalnızca Türk’e has görünen bir azınlık algısı vardır. ‘Kendini Türk hisseden herkes Türk’tür’ düsturuyla hareket ettiğimizden dolayı, biz Türkler, vatanımızı bizimle paylaşan Ermeni, Rum, Süryani, Boşnak, Arnavut, Türkmen, Kürt, Gürcü, Makedon, Romen, Bulgar, Arap, Farsî ve daha nice çeşitli etnik asliyete sahip azınlıkları Türk olarak değerlendirmeye yatkınızdır. Bu kesinlikle onların kültürel varlığını tanımamak anlamını taşımaz. Bu tamamen azınlıkları aslında çoğunluğun içinde tasavvur etme eğilimidir. İsimlerini bilmediğimiz vatandaşlarımız hakkında “Aaa? O Rum’muymuş?”, “Haydi canım, onlar Ermeni miymiş?”, “A ah! Onlar hakikaten Kürt’müymüş?” vs

dediğimiz olur bazen… Böyle tepkilere pek çoğumuz denk gelmişizdir. Bunun altında yatan sebebi görebiliyor muyuz? Azınlık mensubu olanlar kesinlikle ötekileştirilmiyor. Öyle ki pek çok zaman azınlık üyelerinin azınlık olduğunu fark dahi edemiyoruz.

Açık ve samimi konuşalım: Kutsal Kitap, Hristiyan ve Museviler’de dahil olmak üzere tüm gayrimüslimler ile arkadaşlık ve dahi münasebeti yasaklar. Açık ve net.

Ve ancak ne zaman? Hz. Peygamber’imiz bir tüccar idi. Yüzlerce km yolu kervan ile geçip bambaşka diller konuşan insanlarla ticaret yaptı. Ülke yönetti, otorite kurdu ve farklı krallarla sözleşme/antlaşma bile yaptı. Anlatılan’ın ne zaman için ne anlama geldiğini idrak bir zorunluluk.

Kutsal Kitabımız Kur’an-ı Kerîm’de kötülük ile savaş ve Cihad ediş açıkça anlatılırken farklı ayetlerde barışın ne kadar ulvî olduğu, sulhu sağlamanın ilahiliği anlatılır. Kitab-ı Mukaddes yeri ve zamanına göre birbiriyle zıt içerikli anlatılarda bulunmaktadır. Bunlar kesinlikle çelişki olmamakla beraber inananlara durum ve ahvale göre davranmayı telkin eden izahatlardır.

Özetle; yani faydalanmak gerekir. İyilik, doğruluk, kazanç vaat eden iletişimin açık olması faydadır.

Herkesin birbirinden faydalandığı bir Dünya’da herkes birbirine fayda sağlıyor demek değil midir?

Hem Müslüman tanıdığına “arkadaş” diyorsun hem de Hristiyan tanıdığına “arkadaş” diyorsun. Bu Müslüman arkadaşını rencide edebilir. Hemen tüm gemileri/köprüleri yakıp iletişimi külliyen koparmayı düşünmeden evvel bir de böyle düşünülse iyi olmaz mı?

Anadolu’nun binlerce yıldır olduğu gibi halen Dünya’nın en davetkar coğrafyası olduğunu göstermeliyiz. Barışın, huzurun, sükunetin, emniyetin, hoşgörünün, özgürlüğün, adaletin, saygının ve sevginin diyarı olduğumuzu ispatlamaya devam etmeliyiz.

Unutmayalım; azınlığın nazı çekilir.