Ülkemizin ailevi sorunlarından biri olan “Kadına Karşı Şiddet” gerçekten ve cidden canımızı yakıyor. Annesine kalkan eli görmek zorunda kalan evlatların sayısının çoğalması bize geri dönülmez bir çukura düşmeden uyanmamız gerektiğini hatırlatıyor.
Geçtiğimiz günlerde “Kadına Şiddet” konulu bir sempozyum düzenlendi. Bu paneldeki katılımcılardan biri kadınların şiddetin sadece mağduru olmadıklarını, kadınların da şiddet uyguladıklarını söyledi. Öf! Bir anda ortalık karıştı! Konu akşam ana haber bültenlerine girdi!
Sen misin “Kadın şiddet uyguluyor.” diyen?!
Bir derin nefes alıp ardından bir tane de keyif olsun diye alıp verip bu konuya öfkesiz bakmaya çalışalım: Şiddet sadece kadına mıdır? “Çocuk Şiddeti” ne olacak? Birçok kadınımız çocuğunu eşek sudan gelinceye kadar bir güzel okşuyor. Yalan mı? İşte anasından, halasından, anneannesinden, teyzesinden dayak yiyen oğlan büyüyüp adam oluyor ve kadın dövüyor.
“Ananın vurduğu yerde gül biter.” Evet. Anne elinin değdiği toprağa bereket gelir. Bu doğru. Ayrıca hangi erkek “Gül gibiyim” der ki?
Yahu Yeşilçam’ın kült filmi “Sultan”da bile son sahne neydi? Haydi bakalım. Türk Filmcilik Tarihi açısından önemli anlardan biri. Ne yapıyordu seven delikanlı sevdiği hatuna? Amerikan Filmleri’ndeki gibi batan Güneş ile beraber ufka karşı öpüşüyorlar mıydı? Tokat atıyordu yahu! Filmin sonu tokat idi! Tokat bir sevgi gösteriş biçimi olarak tanıtılmış bize. Daha ne olsun? Biraz dibe dalarsan sado-mazo bir acayiplik fışkırıyor.
Gerçekçi konu “İş Sahasında Kadın Varlığı” dır. Tarihte kadınları sanayi sahasına en iyi kazandıran ülke Amerika’dır. Sebebi 2. Dünya Savaşı. Milyonlarca asker savaşmak için Avrupa’ya akarken arkada kalan gözü yaşlı sevgililer, eşler, gebeler, anneler, teyzeler boş kalan fabrikaları doldurdular. Bu dönemde Amerikan Kadın Beyzbol Ligi bile kuruldu. Savaş seneler sürüyordu. Artık toplumun her katmanında kadınlar hakimdi desek yeridir. Ülkedeki nüfus dengesi %65 kadın, %35 erkek iken sahada kadınlar tüm işleri hakkıyla yerine getiriyor ve hatta daha iyiye taşıyordu. Atılan bombaları, sıkılan tüfekleri kadınlar imal ediyordu. Sonra bu durum sağ kalan askerlerin eve dönmesiyle biraz dengelenir oldu. Sonra yıllar içinde bir kulvara oturdu. Ve ancak son zamanlardır gözlüyoruz ki kadınlar iş ortamından mümkün olduğunca uzaklaştırılmaya çalışılıyor. Bu ise kadının bireysel özgürlüğünü kısıtlıyor. Çünkü ekonomik bağımsızlığı yok. Elde ettiği bir maddi kazanç yok. Bu ise erkeğe muhtaç hale getiriyor. Erkek ise kendisine her türlü koşulda bağlı kalmak zorunda kalan kadını gözünde mallaştırıyor. Kadına pahalı bir mağazadan satın aldığı bir şeymiş gibi bakar oluyor.
Şimdi şöyle bir mantıkla bakalım; kadınların hafızası erkeklerden iyidir. Bu fiziken böyle. Nasıl erkek daha fazla ağırlık basabiliyorsa kadınların erkeklerde olmayan bir reseptörü var. Erkeğin duymadığını duyup, farkına varamadığının farkına varabiliyorlar. Kimimize göre kadınların arasında küresel gizli bir sır saklama yemini vardır. Bu durumda diyelim ki karınızı 1 üzdünüz. Kadın bunu 100 hatırlayacaktır. Çünkü hatıratında tutabilmek için ara sıra bunu hatırlaması gerekir. Ancak eğer kadın kocasını 1 üzerse koca bunu -5 hatırlayacaktır. Yani anında unutacaktır.
İşte bu doğal matematikten ötürü ilahi anlamda kadınlara karşı işlenen suçların cezalarının tatbiki daha uzun sürecektir. Yaşamın kendisi söylüyor bunu.
Ömür zor olabilir. Az ya da çok olabilir. Katlanması meziyet olabilir. Ancak ömür yalan söylemez. Eğer hayatın içinde kadınların hafızası daha kuvvetli ise ebediyette de kadınsal bellek aynı biçimde şekillenecektir. Uzun, sürekli ve tekrardan sakınmayan bir disiplinle ceza görmek. Allah muhafaza.
Gelin farklı bir mecraya doğru yönelelim. İnsan var, diyor ki; “Yemeyerek zengin oldum.”
İnsan var diyor ki; “Yiyerek fakir oldum.”
Eğer durum buysa hangisi zengin, hangisi fakir yaşadı?
Biraz devletçilik ilkesini hatırlayalım: Bugün T.C. 500.000 Türk Lirası’na vatandaşlık satıyor. Sınır komşumuz olan ülkelere bir özel indirim uygulanmıyor. Bununla beraber T.C. vatandaşlık satabildiğine göre T.C. vatandaşları da kendi vatandaşlıklarını satma hakkına sahip olabiliyorlar mı?
Şeytan’ın avukatlığı… Bu soruyu sormalıyım: Satar mısınız vatandaşlığınızı? 300.000 Türk Lirası desem? Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nden Antonyonakis Malafatis talip ise vatandaşlığınıza? 400.000 Lira veriyorsa? Bundan sonra kimliğinizde o isim yazacak. Hiçbir devlet güvenceniz kalmayacak. Ancak kim takar? Sıcak canlı keş nakit olduktan sonra gerisi boş değil mi?
Ve tabii futbol: Velhasıl böyle bir gündem barındıran haftanın içinde yine de spora odaklanabildik. Galatasaray ve Fenerbahçe uluslararası turnuvalarda maçlara çıktılar. Fenerbahçe Kadıköy’de Anderlecht’e 3 çaktı. Galatasaray ise deplasmanda 4 gol yiyip bir gol atarak kaybetti.
Bu maçların rövanşları ertesi hafta oynandı. Galatasaray iç sahada rakibine 2 gol attı ve yine 2 tane yedi. İki maçta toplam 6 gol yiyen GS böylece rezil kepaze oldu. Fenerbahçe ise deplasmanda 2-2 berabere kalarak toplam 5-2 ile rakibi Anderlecht’i eleyip son 16’ye kalmayı başardı.
Ya şimdi samimi olalım: Young Boys (Genç Oğlanlar!) Takımı’na Şampiyonlar Ligi Ön Eleme Turu’nda elendiği gece “Hedefimiz Avrupa Ligi Şampiyonluğu” dedi taze mağlup Okan Buruk. Değişik bir stratejisi var: elene elene şampiyon olmak. Yahu eğer niyetin hakikaten şampiyonluksa niye takımın yeni Drogbası; Batshuayi’yi kadrodan ayırıyorsun? Şampiyonluk hedefleyen kulüp futbolcu eksiltilir mi? Haydi yönetimin gözü paradan başka bir şey görmüyor, teknik direktör niye “Ben satılmasına karşıyım” duruşu sergileyemiyor?
Futbolcuların tüm yeteneklerini sergileyebilmeleri için anlık ödeme opsiyonunu sözleşmelere eklesek? Buna göre örneğin takım frikik kazandı. Bu esnada geçen 50 saniye boyunca bahisler açılır. Gol mü değil mi? Bu anlık bahislere göre vuruşun gol olması halinde futbolcunun banka hesabına 200 milyon Amerikan Doları geçecektir. Bu bilgi anı anına futbolcu ile paylaşılır. Diğer teklif ise kaçırması halinde 300 milyon Dolar vermektedir. Futbolcu düşünür. Evet düşünür. 200 milyon 300 milyondan 100 milyon daha az. 200 milyon 100 milyondan 100 milyon fazla. İşimi doğru yaparak 200 milyonu alırsam ilerisi için çok iyi bir yatırım yapmış olurum. Ayrıca kazanmayı ve gol atmayı seviyorum. 200 milyonu seçeceğim galiba.
Milli maç… Dünya Kupası Yarı Finali. Dakika 98 ve biz ceza yayından serbest vuruş kazanıyoruz. Bir heyecan sarıyor herkesi. Bunun maçın penaltılara gitmeden evvel son pozisyon olacağının herkes farkında. Bu esnada hafif bir hengame oluyor. Sinirler geriliyor ve vuruşun kullanılması için 1 dakikayı aşkın süre geçiyor. İşte bu süre içinde TFF (Türkiye Futbol Federasyonu) anlık prim ilanı yapıyor ve vuruşu yapacak oyuncuya golü atarsa 100 milyon Lira vereceğini, diğer takım arkadaşlarına da yirmişer milyon Lira vereceğini duyuruyor. Gururu kırılan alıngan Milli “Ben burada para için mücadele etmiyorum.” deyip topu taca vururmuş bir de!
Peki ya 2100’lerin futbolu? Yahu futbolculara anlık vücut analizi ölçerler giydirmişler. Kulüp maçlar boyunca bedenini daha aktif kullanan futbolculara daha fazla prim ödemesi falan yapıyor.
Fenerbahçe ile Galatasaray iki haftalık uluslararası mücadelenin ardından Seyrantepe’de maça çıktılar. Maç 0-0 beraberlikle sonuçlandı. Sonuç beraberlik olsa da günün kazananı Galatasaray deplasmanından puan koparan Kanarya idi.
Okan Buruk ile Mourinho kıyasına giriştiğimizde şu gerçek dikkat çekiyor: Futbolu bilmek ile futbolu tasarlamak arasında fark var.
Bir Beşiktaşlı olarak önce Fenerbahçe Futbol Okulu’nda ve ardından kısa süreliğine (denemelik tabiri ile) Fenerbahçe Altyapı’da top peşinde koşmuşluğum var. Yıllar evvel tabii ki. Eğitimimiz sadece sahadan ibaret değildi. Sınıflarımız vardı. Girer, sıramıza oturur, defterimizi açar ve hocamızın öğrettiklerini etüt ederdik. Futbol Okulu işte. Adı üzerinde.
Yıllar sonra yurt dışında üniversitede okuduğum esnada futbol oynarken fibula kemiğimi kırmışlığım var maalesef.
Sahadaki arkadaşlar ben yerde kıvranırken “Beyler! Katırt diye ses duydum!” diye bağıran arkadaş yüzünden bacağımın kırıldığına inandılar. Onlara göre bahsettiğim arkadaşın feryadı beni bacağımı kırdığıma inandırmış ve bu yüzden kemik kırılmış olmuştu. Cidden ilginç bir algıdır. “Sen bozuk diyene kadar bozuk değildi bu!” diyen anlayıştan bahsediyorum.
İyi yanından bakalım: solum gelişti.
Mübarek Ramazan Ayı kardeşliğin, barışın, sabrın, sevginin, saygının, sebatın, selamın, hakikatin, merhametin, doğruluğun, iyiliğin, temizliğin, bereketin, duanın, zikrin, beraberliğin, ilahi zaferin, tüm Müslümanlar’ın bekasının ve hakimiyetinin vesilesi olsun inşallah.
Hayırlı Ramazanlar