Köydeki evimizin önünde harman yerleri vardı. Baharda sarı ve mor çiğdemler açar, ardından yemyeşil çimenler büyür, havalar ısındıkça sararan otlar, derken tarladan toplanan demetler yığılır, harman yerine serilir günlerce düvenle üzerinde dönülerek sapla saman ayrılır, ilk rüzgarda tınaz savurarak arpa buğday taneleri ayrılır, kalburlarla, eleklerle elenip çuvallara konulur, gür bir çeşmede yıkanır, suyla dönen değirmenlerde öğütülür, ambarlara doldurularak yeni harman zamanına kadar afiyetle yenir, bu 3 4 aylık sürecin sonunda harman yerlerinin yeşili kurur sarıya döner, ardından yağan karla gelecek yıla hazırlanmak için taze gelin gibi beyaza bürünürdü. Kendi ürettiğimizi yer, artırdığımızı satardık. Kendi işimizin patronu, milletin efendisiydik.  Cumhuriyetle yeniden Türklüğümüze dönmüştük. Bağımsızlığımızı kazanmış özgür olmuştuk.
Çoğumuzun çocukluğu o harman yerlerinde top oynamak, mert oynamak, demetlerin arasında saklambaç oynamak, koyun kuzu otlatmakla geçti.
Sonra harman yerlerinin yerine camiler yaptık. Köyün ezan okuyup namaz kıldıran imamını sepetleyip yerine bizim köylülere benzemeyen şalvar donlu, sakallıları doldurup bir de maaşa bağladık. Harman yerlerinden koyun kuzu sesleri kesildi, çoluk çocuk sesleri kesildi, ezan yerine Çin tenekelerinden gürültü ile irkildik.
Durup dururken Marşal yardımı almaya başladık. Hiç yoktan Mehmetçiğimizi NATO’ya bağladık. Lüks hayat diye diye İMF’den borç para almaya başladık.
Kendi uçak fabrikamızı, otomobil fabrikamızı, traktör fabrikamızı kapatıp elin gavurundan satın almaya başladık. Köylerde harman yerlerine camiler yaptık, şehirlerde fabrikalar kurduk sonra da atı eşeği satıp arabalara binip gittik gurbet ellere.  Camiler boşaldı, kahveler boşaldı, ambarlar boşaldı, ahırlar boşaldı, kümesler boşaldı. Selamsızdık, samimiyetsizlik o kadar arttı ki adeta eşler bile çocuk yapmaz oldu okullarda boşaldı.
Toprak kokan köyümde tarlada üreten, sürüsünün başında çoban olan köyümün efendisi, artık yaban ellerde fabrika işçisi. Yağ yoğurt peynir marketten, ekmek fırından. Ne reçel kaldı ne pekmez ! Marmelatlar İsrail’den Avrupa’dan.
Bugün maaş alan yarın emir alır derdi eskiler. Maaşı veren emir veriyor. Niye inanacağımıza, nasıl yaşayacağımıza karar veriyor. Sırf dalga geçmek için ağzımıza maske takıp gezdirdiler birkaç yıl önce.
Eli değnekliler sözde Türk kanallarında ahkam kesiyor. Amerika’yı İsrail’i el altından övüyor. Çare olarak camilerde dua edin diyor. Biz dua ederken onlar başımıza bomba yağdırıyor.
Biz ki binlerce yıllık tarihimizle bağımsız Türk’tük. Şimdilerde kimimiz Arap’ın kimimiz Avrupalının peşine düştük.
Etimiz sütümüz samanımız Sırp’tan, arpamız buğdayımız Rus’tan. Arabamız, telefonumuz Avrupalıdan Çin’den, İlacımız, gıdamızı İsrail’den, Şükür duamız Arap’tan,
Sattık sattık yedik, el aleme muhtaç hale geldik. Komşu ülkelerden kan ve barut kokusu geliyor, korkarım sıra bize geliyor.  Oysa biz eski köylüler, çalışır üretirdik. Kendi işimizin patronu, özgür ve bağımsız Türk Milletinin efendisiydik. Bir düşünün dostlar neydik nereden nerelere geldik !