Geçtiğimiz gün sokakta vakit geçirmek amaçlı volta atarken sokak ortasında kireç taşı ile çizdikleri seksek kutucukları üzerinde atlayan çocuklar gördüm. Atlarken şarkı söylüyorlardı şirince: “Lalalaa hükümeeet istifaaa lalalalaa”?! Söylediklerinin siyasi bir anlamı olduğunu bilip bilmediklerinden bile emin değilim. Ve ancak boş dondurma külahının 6,5 Lira olması çocukların sinirini hoplatmış vaziyette. Dondurmacıların kepçelerine bakıyorum; çay kaşığı gibi bir şey!

Şaka bir yana; gençler Gezi direnişini gerçekleştirdi-olmadı. Emekliler yurdun dört bir yanında sokaklara döküldü-olmadı. Yetişkinler varlığını korumanın derdinde adım atmaya korkar vaziyette. İş bu durumda çocuklara kaldı. Ve ancak çocukların vaziyeti de pek alâ değil. Geçen gün alış veriş yaptığım bir dükkanda çocuğa “Maç sonucu ne olur sence?” dedim. 6 yaşında çocuk “Allah’ın işi” diyerek yanıtladı! Çocuğa göre Allah’ın işi futbol. Değişik bir kafa.

Doğruyu konuşmak vazifedir: Türkiye’de kesintisiz 20 sene süren Ampul Hareketi idaresinden sonra yurdu dinlediniz mi? Sokaklarda tekbir bağırılıyor, statlarda tekbir haykırılıyor. Tekbir slogan oldu. Tekbir tezahürat haline geldi. Ve bu durumu “inanç pekişmesi” diye açıkladılar.

Geçtiğimiz hafta Türkiye’nin gündemi darbe idi. 8 sene geçmiş üzerinden! Makineli sesleri halen kulağımda. Devletin vatandaş ile iletişimini sağlayan kurum TRT’den “TSK ülke yönetimine el koymuştur.” dendiği anda aslında hükümet düşmüş oluyordu. Çünkü yönetim devletin yayın organını bile kontrol edemez haldeydi. Bunun yanında elektriklerin halen çalışıyor olması darbe yönetiminin üslubu hakkında bir sinyal veriyordu. Bu esnada devletin ucu neredeydi?

Rahmetli Turgut Özal, rahmetli Süleyman Demirel ve nicesi nice darbeler gördüler de kendilerini sağlama almak için sığınağa atmadılar. Koltuklarına oturma zamanı gerçekten geldiğinde oturmasını bildiler. Boris Yeltsin S.S.C.B. yıkılıp Rusya doğarken kendisi, bizzat tankın üzerine çıkarak ülke bayrağını salladı. Bu insanlar sığınaklara gömülme ihtiyacı hissetmediler. Hakiki has adam duruşu budur çünkü. Darbeler savaş tatbikatı gibidir. Savaş halinde Ampul Hareketi liderinin ne yapacağını tüm Türk Milleti olarak dehşet ve utanç içinde gördük.

“Beni koruyun! Hemen beni sığınağa götürün!”

Yazık. Türk Devleti liderinin haline bakar mısınız? Darbe görmemiş olsak neyse. İşler yolunda gidince balkon, ülke tehdit altında olunca sığınak. E iyiymiş.

Sokaklara, meydanlara dökülüp, sivil yönetim sevgisi ile ülkesini savunan vatandaşlarımızın kahramanlığını sahiplenip kendini memleketi kurtaranmışçasına göstermeye çalışmak ayıp bir tutum.

Çok şükür demek istiyorum. Böyle hallerde Türkiye en azından toprak kaybetmedi diye. Ve ancak… 3.500 yıllık yazılı Türk Tarihi’nin en büyük zatlarından biri olan Süleyman Şah’ın kabrini açtık. Onu ebedi istirahatgahında rahatsız edip yerinden çıkardık ve başka bir yere taşıdık. Ve koca Türk Milleti ayaklanmadık “Destur!” diye. Süleyman Şah’ın türbesinin olduğu yer Türkiye toprağı olarak tanınıyordu. Suriye’nin ortasında T.C. toprağı. İşte bu toprağı kaybettik.

“Azıcık bir şey!”

Karışı için ölmüş dedelerimize ayıp yahu!

8 senedir her 15 Temmuz gecesi camiler selâ okuyor. Hayırdır? İlahi bir gün mü yaşıyoruz? Gece yarısı cenaze kaldırıyor olamayız herhalde. E günlerden Pazartesi. Cuma selâsı da değil. Kandil mi ki bugün? Yoo, o da değil. Kurban Bayramı ile Ramazan Bayramı’na bir yenisi mi eklendi?

Yahu keyfe göre selâ mı okunur? “Bu tarihten sonra her yıl bugün selâ okunacak.” diye karar verip uygulatmak/uygulamak şirk değil de nedir? Bu inancı siyasete alet etmenin daniskasıdır.

Darbe, darbe… 20 yıl süren bir darbe iktidarı oldu mu hiç?

Bu anlatacağımı Anadolu daha iyi anlar: 20 yıl önce; aşağıdaki köydeki Nadime Teyze’nin küçük oğlu pilot olmuş. Adam haftada iki kez uçuyor. Ve her uçuşunda mutlaka köyün üzerinde birkaç sorti atıyor. Büyükşehirlilerin bunu anlaması biraz zor çünkü hava sahası askeri uçuşlara pek uygun değil. Ve ancak hayvanları yayarken tepeden bir jet geçtiğini görmek devletimize ve dolayısıyla kendimize karşı güvenimizi tazeliyordu.

Bunu neden anlatıyorum? Bugün bir F16’nın havada 1 saat uçması 30.000 Amerikan Doları. Yani yaklaşık 1 milyon Türk Lirası.

1 saat!

1 milyon!

Uçaklarımıza yakıt paramız yok!

Gemiler limandan ayrılamıyor!

Kimse bunları konuşmuyor!

“Güçleniyoruz…” diye yalan sıkıyorlar bir de.

Darbeciler! Demokrasi düşmanları! Zorbalar! Diyoruz. Diyoruz ve ancak Gülhane Askeri Tıp Akademisi’nin kapatılıp başhekim yardımcılığına bir şalvarlı, önü açık terlikli, kavuklu bir yobazın atandığını ve bu biçimde “laiklerden intikam” alındığını göz ardı edemeyiz. Yani yine dehşet içinde tıp ilminin bile Ampulcularca siyasete alet edildiğini gördük.

Tıbbı oyun oynanabilir bir mecra addedenlere hatip ve tabip ne der: “Titre de kendine gel!”

Tabip bununla yetinmez; bir de tutup silkeler.

Darbeden kim güçlü çıkarsa darbe onun başının altından çıkar.

Yahu mevzuyu konuşmaya bile çekiniyoruz. Kimse aykırı bir ses söyleyemiyor bu husus ile ilgili. Darbe tabii ki sevilemez. Tabii ki yanlıştır. Ve fakat 8 sene evvel yaşanan darbe ülke yönetimini 3 sene komuta altında tutsa idi o zaman 3,80 TL olan mazotun litresi bugün yine 44,70 TL olur muydu? Bir de halen “Benzin fiyatı en önemli ekonomik gösterge değil ki!” demeye yeltenenler var. Bu “saldım çayıra” algısını konu etmemeyi tercih etmek daha doğru olacaktır.

Burada konu maalesef biraz ekonomiye geçiyor. Şimdi durumu en özet haliyle, hızlıca ele alalım: bir devletin ekonomi ile ilgili en sevmediği olgu kayıt dışı ekonomidir. Bu basit ifadeyle vatandaşın T.C.’nin parası TL’yi kazandıktan sonra evinde saklaması ve piyasa içinde döndürmemesi sebebiyle ortaya çıkabilir. Tek sebep bu değildir. Vergi kaçırmalar, kara para aklamalar bunun parçasıdır. Ve ancak asli olarak vatandaşın kaba tabir ile parasını harcamıyor olması devlet için bir derttir. Devletin hükümetinin gözünü para kazanmak hırsı bürümüşse hükümet bu durumda hiperenflasyon çıkarır. Bu sayede daha evvel 1 verdiği şeye 10 vermek zorunda kalan vatandaşın birikimi piyasaya akmak zorunda kalır.

Biriktirme huyu çok yüksek olan bir halkız. Pek çoğumuz harcadığından fazlasını biriktirmeye çalışır. İşte hükümet o birikimi istiyor ve alıyor!

Zenginlerimiz Türkiye’den çıktıkları anda boyunun ölçüsünü alıyor. “Paris’e gittik. Bir su içtik. Ama ne su! Bu Fransızlar gerçekten başka yahu. Bir kere suyu pazarlamayı biliyorlar. Ayrıca tabii serviste çok önemli. Ablan buz ister oldu dedim ne yapıyorsun? Bozma suyu dedim.”

Ne kadar verdiniz bu suya ayıptır sorması?

“Bir şey değil canım; şişesi 20 Avrocuk.”

200’cük değil miydi o?

“Yarım litre pet suya 600 Lira vermek sinirlerimi altüst etti birader.”

Vay be…

“Bir de bir şey diyeceğim; buzun tanesi 2 Avro’ydu!”

Kıssadan hisse; bizi geleceğe taşıyacak olan fendir. Ampul ABD’nin 1 numaralı icadıdır diyebiliriz. İnsanlığın hayat standartlarını yeniden tarif ettiren muazzam bir adımdır bu.

Peki şuna ne dersiniz? Ampulun zıttı. Düğmesine bastığın anda etrafı zifiri karanlık yapan şey. Aslında ampulü kapatmak bu etkiyi verir diye düşünenler var. Ancak durum bu değil. Burada tarif edilen cihaz çalıştığında ortamdaki ışığı emiyor. Ortamdaki ışığı emmek demek ortamdaki ısıyı da bertaraf etmek anlamını taşıyabilir. Bununla beraber bahsi geçen uygulama güvenlik sahasında fayda sağlayabilir. Teknik olarak şöyle bir yaklaşım var: Eğer bir cihaz belli bir ortamda bulunan ışık miktarından 700 kat fazla ışığı ortaya çıkarırsa o ortamda etraf görünmez olacaktır.

Başka bir ilmi gelişme ise tabii ki askeri alanda gerçekleşiyor. Su Altı Askeri Üsleri. Karadan 5 mil açıkta 600 metre derinlikte, suyun zemininde, ve yani dipte oluşturulmuş bir füze bataryası. Bu proje İsrail için de düşünülmekte. Eğer İsrail deniz altına yerleşim birimleri inşa edebilirse yayılmacı ve saldırgan politikasından uzaklaşacaktır ümidini taşıyanlar var.

Bilmemek yanlış bilmekten iyidir.

Ve;

İnsan bildiğinde veya bilmediğinde “bilmiyorum.” demeyi bilmeli.

Umarım bu anlatı olur bu hafta kâfi.

Saygı&Sevgi