İtiraf edelim ve kabullenelim; içten içe, gizliden gizliye Avrupa’nın 1 numarası olacağımıza inanıyorduk. Rakiplerin kuvvetlerinin mertebesi neredeyse tüm katılımcıları aynı seviyede tutuyordu. İşi zora koyan da buydu. Güçler öylesine yakındı ki bazı maçların sonuçlarını yalnızca şans ya da hakemlerin yanlış kararları belirledi. Bu sebeple şampiyonluk iddiamızı şüphe kaldırmaz bir kesinlik içerisinde ifade edemiyorduk.

Çeyrek Final görmüş hiçbir takım olumsuz eleştirilemez. Ve fakat 2024 Avrupa Şampiyonası’nda vukuu bulan şu gerçeği lütfen göz ardı etmeyelim: Ev sahibi Almanya’nın Çeyrek Final’de elenmesi turnuvada kalan diğer takımlara bir rahatlama getirdi. “Ev sahibi bile elendi. Bu saatten sonra elenmemize kimse bir şey demez.” der kıvama geldi kalan ülkeler.

Gelelim Federasyonumuz’a… Yani UEFA’ya… Federasyonumuz denince tabii TFF’yi anlayamıyoruz. Çünkü Türkiye Futbol Federasyonu bugün Türkiye’yi layıkıyla temsil etmekte olan uluslararası hakemimize, saha ortasında kulüp başkanı saldırıp yumruklayarak Türk Futbolu’nu ve yani Türkiye’yi sabote ederken, ceza vermek dirayeti bile gösteremeyen bir paravan, koftiden, kukla ve madara bir müessese. O sahanın güvenliğini sağlayan Ankara İl Emniyet’i nasıl gösterdiğini düşünebiliyor musunuz bu hadisenin? Olimpiyatlar’a ev sahipliği yapmak için mücadele eden Türkiye’ye bundan beter hainlik yapılır mı? Ne federasyon, ne de Spor Bakanlığı hiçbir yaptırım uygulamadılar. Bunları neden hatırlatıyorum peki?
Çünkü UEFA Merih Demiral’a yıldırım hızıyla ceza çıkarmakta hiçbir beis görmedi. Belki de UEFA’dan evvel TFF “Merih’e Avrupa Şampiyonası’ndan sonra 5 maç için Milli kadrodan çıkarılma cezası veriyoruz.” deseydi… Yani UEFA’dan hızlı davransaydı belki de UEFA Avrupa Kupası 2024 devam ederken en değerli oyuncularımızdan birini sahadan uzak tutamayacaktı. Ve fakat düşünen var mı ki?
Ayrıca UEFA böyle bir konuda nasıl böyle jet hızıyla karar alabiliyor? Bu öyle bir olay ki en azından birkaç hafta olayın muhakemesinin yapılması gerekir. Olaydan 19 saat sonra nasıl oluyor da zart diye ceza çıkıyor? Bu kötü niyettir. “Türkler şaka maka şampiyonluk eksenine girdi. Bir şeyler yapmalıyız.” dercesine bir tavır bu. 
Peki Bozkurt hareketi ile ilgili anlatıda bulunulması gerekiyor mu? Bozkurt yapardık Ölürüm Türkiyem çalarken. İstiklal Marşı’nda ise Bozkurt yapmazdık. Yani yeri ve zamanını bilirdik. Öyle öğretilmişti bize. Yerli yersiz yerde Bozkurt yapılmazdı. Şu anda 6 yaşında bebeler sokaklarda Bozkurt işareti yapıyor. Ne olduğu, neyi temsil ettiğini zerre bilmiyorlar. Hele bir de milliyetçi hareketin iktidara muhalefet ederken gücünün yetmediğine ikna olup muhalefet ettiği iktidara sığınmasından sonra Bozkurt hareketi yapabilmekte zorlanır olduk. Gerçek bu. Yancılık bizim kişiliğimize ters. 30-40-50 yılını ülkücü harekete verenler Bozkurt hareketi yapmakta zorlanır hale gelirken 6 yaşında ki çoluk çocuk Bozkurt yapar oldu. Bir de kendi deyimiyle “kazara”, “istem dışı”, “yanlışlıkla” Bozkurt işareti yapanlar var. Örneğin Mersin’de. Ancak şu gerçek asla unutulmamalı; Bozkurt sembolü rahmetli Başbuğ’un mirasını taşır. Bu hatırayı anmak ve canlı tutmak her türlü haliyle Türk’e hizmet edecek ve fayda sunacaktır. 

Devletin ucu Çeyrek Final’i izlemek için Almanya’ya gitti. Almanya’ya vardı. Bir tane bile Alman temsilci karşılamaya gelmedi! Eskiden rahmetli Turgut Özal, Süleyman Demirel stada girdiğinde taraftar bir hareketlenir ve tezahüratta bulunurdu. Lider kalabalığı selamlar ve yerine otururdu. Almanya’da içinde en az 40.000 Türk’ün olduğu statta iktidar partisi genel başkanına destek veren kimse yoktu. Konumuz futbol ve ancak aslına bakarsanız Türkiye’nin şu an ki hükümeti bir azınlık hükümeti. Yani kamunun açık desteğini kaybetmiş bir iktidar var Türkiye’de. Geç kalmış bir erken seçimdense zaman kaybetmeden hükümet tazelemek yordamını uygulasak iyi ederiz. Çünkü bir şey yapılacaksa ya zamanında, ya da zamanından evvel yapılmalı. Vakti geçtikten sonra yapılanın bir kıymeti olmadığını herkes bilir.
“Yarı Final’e çıkarsa bizimkiler, biz nerede kalacağız?”
‘Elçilik rezidansında efendim.’
“Final’e çıkarsak?”
‘Yine aynı efendim. Hiç sorun yok.’
“Yahu nasıl sorun yok? Final demek bir hafta daha demek. Bir hafta Almanya’da mı kalacağım ben? Millet işi gücü bıraktı der yahu.”
‘Siz ne önerirsiniz efendim?’
“Maç aralarında Ankara’ya, ya da neyse; İstanbul’a gidelim. Maç günü geliriz.”
‘Efendim tasarruf durumları. Zarıl zarıl uçmanız tepki çekebilir.’
“Ben de iterim o zaman.”
‘Hahhah hah’
“Daha içten gül ulan!”

“Futbol Dünya’yı mı kurtaracak?” diyenler var. Futbol halihazırda Dünya’yı kurtarıyor. Futbol sayesinde daha az savaş, daha az nefret var.

Maçı hatırlayalım mı? Ya da hızla unutmaya çalışma yolunu mu seçelim? İnsan ikilemde kalıyor.
Dakika 1 gol 1 bir oluyorduk. Daha ilk dakikada Hollanda çok ciddi bir atak yaptı. Maç yeni başladığı için bu sanki hiç olmamış gibi davrandık.  İlk dakikalarda Mert Müldür müsait pozisyonda uzundan gelen pas ile buluştu ve ancak topu kontrol edemedi. Çünkü aslında yapması gereken topa gelişine şut çıkarmaktı. 
6. dakikada Ferdi’den sıyrılmayı başaran Hollandalılar tehlike oluşturdular. Aynı dakika içinde Hollanda ofsayta yakalandı.
9. dakikada Hollanda topu elle kontrol etti. Hakem çalmadı.
10. dakikada Ferdi Barış’ı görebilseydi büyük tehlike oluşacaktı.
20. ve 30. dakikalar arasında maça ağırlığımızı koymaya başladık. Ve kornerlerle, şutlarla rakibi bunalttık.
30. dakikada tuhaf bir durum yaşandı. Hollandalı futbolcu zincirleme faul yaptı. Tabiri caiz ise önüne gelene faul yaptı adam! İlk faulünden sonra yaptığı faullerin sorumlusu hakem idi tabii ki. Önce Barış’a faul yaptı, ardından Arda’ya faul yaptı, sonrasında ise Mert’e berbat bir faul yaptı. Ve nihayet hakem “faulleri” verdi.
Dakika 35’te yine tuhaf bir durum yaşandı. Hollanda takımı korner pozisyonunda ne olduğunu anlayamadı. Topun kimden çıktığına ayamadılar. Bu sersemlik halini gören A Milliler bir dakika bile beklemeyip golü çaktı: 1-0
İkinci yarıya mutlu başladık. Durum iyiydi.
Dakika 47’de Arda hızlı hücumda topu Ferdi’nin arkasına attı. Sonrasında pas almak için yanlış yer tuttu ve ardından Ferdi’ye veryansın etti.
49. dakikada Hollanda Mert Müldür’e maçtaki ikinci aşırı sert hareketi yaptı. Mert’in sağ ayağı ve bileğini hedef alan bu sert faullerin kasıtlı olduğundan şüphelenmeye başladık. Sanki ceza sahası dışından isabetli ve sert şutlar çıkarmayı çok seven Mert’in  ayağını zedelemeye çalışıyorlardı.
50. dakikada ofsayta sevindik.
Aslında bizim bildiğimiz; en güvenli futbol topa sahip olunan futboldur. Top bizim ayağımızdaysa kimse bize gol atamaz. Basit, ilkel mantık bu. Ve ancak biz topun kontrolünü Hollanda’ya bırakmaya bu dakikalarda başladık.
54. dakikada Hollanda’nın kazandığı bir korner es geçildi. Böylece hakem “Türkiye lehine de hata yaptım.” diyebilir statüye kavuştu.
55. dakikada Arda önce serbest vuruş kazandı. Sonra bunu öyle bir kullandı ki ağzımız açık kaldı. Yere yarım metre yükseklikte hızlı, isabetli, falsolu şut Hollanda’nın kale direğine çarpıp auta çıktı. 
“Tekmeye kafa uzattı.” deriz ya? İşte Salih 58. dakikada bunu yaptı.
Turnuva içinde 65 ve 70. dakikalar arasında zafiyet gösterdiğimizi bilen Hollanda bu dakikalarda var gücüyle saldırdı. 70. dakikada Mert müthiş bir kurtarış yaptı ve ancak ardından gelen köşe vuruşunun gole dönüşmesine engel olamadı.
Biz 1-0 öndeyken karşı tarafın üzerimizde baskı kurmasına izin verdik. Bunu anladık. Tamam. Ve ancak maç 1-1 olduktan sonra biz arkaya yaslanmaya devam ettik. İşte bu anlaşılır gibi değildi. Nitekim Hollanda bunu gafleti affetmedi: 1-2
Dakika 88’de Semih oyuna girdi. İlk defa bir resmi maçta Milli oluyordu. Spiker böyle söyledi. Yani bu dakikada ümitlerimiz bitti. Böylesine kritik bir anda, böylesine hata kabul etmez bir anda bir çaylağı maça dahil etmek havluyu atmak demek oluyordu.
93. dakikada garip işler oldu: Hakan’ın yırtıcı şutunu Hollanda defansı engelledi. Ardından Hollandalı futbolcu kendi ceza sahası içinde faul rolü yapıp kendini resmen yere attı ve yerde elleriyle topu kucakladı. Ve ancak hakem bizim lehimize penaltı çalacağına rakibe faul verdi!   
Bu arada gol kaçırma eksperi Kerem’in kaçırdığı gol saç baş yoldurdu.
Böylece maç bitti.

Üzen şu oldu: biz öndeyken bile sanki zayıf taraf bizmişizcesine mücadele ettik.
Ve ancak Milli Takımımız halen oluyor. Maçtan maça, seyahatten seyahate, kamptan kampa tam kıvamına doğru yol alan bir Milli Takımımız var. Halen genç, halen tecrübeli. 2 yıl sonra Dünya Kupası var. Bundan evvel Uluslar Ligi var. Uluslar Ligi’nde ilk olarak Galler, sonra İzlanda ve ardından Karadağ ile kapışacağız. Dünya Kupası ise Amerika’da olduğu için, katılabilirsek, absürt vakitlerde maçlarımızı izleyeceğiz. Sabahın üçünde ya da öğlen birde falan. Ve bundan zerre şikayet etmeyeceğiz. Geceleri Muhammed Ali’yi, Jordan-Pippen-Rodman’lı Chicago Bulls’u izlemek için uyanır gibi uyanacağız.

Avrupa Şampiyonaları ile değinilmesi gereken bir mevzu daha var: Bilindiği gibi 2032 Avrupa Şampiyonası Türkiye&İtalya tarafından düzenlenecek. Bunun anlamı nedir? Bunun anlamı şudur: UEFA bu turnuvayı Türkiye’ye vermemenin yolunu buldu; turnuvayı verirken vermemek. Niye İtalya ile ortaklaşa yapıyoruz? Ne alaka? 
Umarım İtalya bu yıl içinde ya da seneye bu turnuvaya ev sahipliği yapmaktan feragat eder de adam gibi, doğru dürüst bir ev sahipliği yaparız.
Efendim “2026 Dünya Kupası’nı 3 ülke düzenliyor!”. O onların bileceği iş. Ayrıca onlar daha evvel tek başlarına ev sahipliği yaptılar. Ev sahipliğini hak etmesine rağmen yapamayanlar varken bu bahsi geçen ülkelerin üçer beşer defa ev sahipliği yapmasından ötürü oluşan adaletsiz tabloyu örtmek için çoğul halde turnuvaları misafir etme yordamını seçiyorlar.

Dikkat çekerse artık Çeyrek Finaller’in, Yarı Finaller’in alışılagelen ve olağan adayları haline gelmeye başlıyoruz. 
Yenildikleri Hollanda maçının ardından birileri Milli Takım’a saha etrafında 50 tur cezası versin yahu. Çok mu saçma olur?
Şaka bir yana; göğüs kabartan, gururlandıran, onurlandıran, kıvanç ve övünç duyduran Türk A Milli Futbol Takımımız’a minnetlerimizi sunuyoruz. Sizleri izledik… Gözlerinizde, koşuşunuzda, mücadelenizde Türk Milleti’ne kendinizi adamış olduğunuzu net olarak gördük. Kaliteli atletler, has sporcular olduğunuzu tüm Dünya gördü.
Gönlünüz ferah, yolunuz açık olsun.