Hem mesleğim gereği hem de uzun yılar gurbette geçen yıllarımda, Edirne’den Kars’a, Alman’ından Yunan’ına çok değişik düğünler gördüm.
Yanında yüz, beş yüz, on beş bin çalışanı olanların düğünlerini de gördüm.
Benim gördüğüm en ucuz düğünü Almanlar yapardı. 20-30 yakın akraba ile kiliseye gidilir, papaz, çiftlerden ‘iyi günde kötü günde’ birlikte olacaklarına dair söz alır nikahlarını kıyar. Sonra 50-60 yakın arkadaş ve aile fertleri ile bir birahaneye gidilir. Damat herkese bir şey ısmarlar. Sonra doyasıya eğlenir dans ederler, herkes içtiğini kendi öder dağılırlar.
Zenginler, lüks bir otelin salonunda ya da bir mekânın bahçesinde peynirlere, meyvelere kürdan saplanmış tabaklar da meyve suyu veya şarap ikram edilir. Gelenler güzel kıyafetlerle gelir. Hafif slow müzik eşliğinde birkaç saat dans eder eğlenir. Gelinle damadı, dünürleri tebrik eder giderler.
Peki ya bizim gibi fakir köylüler nasıl düğün yapar ?
Kız isteme töreni,
Söz töreni,
Nişan töreni,
Bekarlığa veda töreni,
Kına töreni,
Düğün töreni,
Her biri ayrı masraf, ayrı şatafat, düğün sahibi ayrı, gelenler ayrı, düğünde ne giyeceğiz derdi. Takı taklavat, bırak gelinle damadı sen havanı at.
Düğün, dediğin eğlenmek içindir ama bizde düğün sahiplerinin haşatı çıkar. Gelenler yüksek müzik sesi ile gerilmiş. Hava atmak için alınan elbise ve takılardan bütçesi sarsılmış. Sarhoşlardan baya bir zarar görmüş, çıkan kavgada yumruk yemiş, atılan silahlardan etkilenmiş, beleş düğün yemeğini yemekten midesi bozulmuş bir şekilde düğünden sonra düğün sahiplerinin eksiklerini listelemekten iyice gerilmiş olarak ayrılırken yüzde doksan da kırgınlıklar olmuştur.
Bir köy düğününde çekilen çile, edilen masrafla bir zengin herhalde beş düğün yapar.
Nedir bizim bu gösteriş merakımız anlaşılır gibi değil. Saatlik ve bir kere giyimlik on çeşit elbise, sözde delikanlılar salya sümük yerlerde sürünsün diye oluk oluk alkol, akşama kadar kaynayan kazanlarda yarısı çöpe atılmak şartıyla pişirilen yemekler, kollar dirseklere kadar altınlı, boynuna zincire vurulmuş köle gibi zincirler, madalyonlar, kolyeler. Kadını yürürken görsen, sanırsın sırtındaki altının yükünden yürüyemeyen kambur NENE… Oysa kadını kamburlaştıran üstündeki çok şatafatlı altın çöplü değil. O tenekeleri alabilmek için baktığı hayvanlar, çalıştığı tarlalar, kısacası sırf hava atmak için verdiği emeklerdir.
Çoğu hayatında bir lokanta da bir restoranda yemek yememiştir. Tatil hayalinden bile bin ışık yılı uzaktadır. Elindeki parayla istese elini sıcak sudan soğuk suya sokmayacağının farkında bile değildir.
Varsa yoksa gösteriş. İyi de kime, niye..? Düğünden sonra ne olacağını nasıl etrafı yolacağını biz zaten kendimizden biliyoruz. İşçisin, köylüsün işte ben gibi benim gibi. Kimi kandırıyoruz. Niye gerek duyuyoruz? Gösteriş HARAM, israf HARAM, böbürlenmek HARAM, taşkınlık HARAM, çevreye zarar vermek HARAM, dedikodu HARAM, eksik aramak HARAM. Ama hepimiz biliyoruz ki her düğünde ve sonrasında biz bu haramın daniskasını yapıyoruz.
Demek ki biz, sözde Allah’a, eylemde şeytana tapıyoruz. Neyse ileride Kabe’ye gider, 3 dolarlık taş alır bizi kandıran şeytanı taşlarız.!