SAĞOL

Abone Ol

Emri aldığımızı gösteren sesimizdir. Kelimemizdir. Sokakta, sağda solda alış-veriş yaparken söyleriz. Teşekkürden fazlasını taşır. İfade edilen sadece “fani kal” anlamı değildir. “Sağol” demek “sağım ol” demektir. Sağımızdan saf aldığımızı akıldan asla çıkarmadığımızda “Sağol” demenin nasıl bir ulvi mertebe olduğunu daha net idrak ederiz.
“Merhaba asker!” denir.
“Sağol!” haykırırız.

Gerçi Suudistan temsilcisi Cumhurbaşkanlığı Alayı'nı “Selaymün Aleyküm” diye selamladı ve ancak işte Suudlar… İlla bir zıpçıktılık yapacaklar. Türkiye'de düzenlenen son İslam Olimpiyatları'nda bütün ülkelerin bayrakları dikey asılırken, alfabetik sıralamaya aykırı olarak en başta Suud bayrağının paralel bir biçimde asılması… Acayip acayip işler.

Suudistan ile ilgili yeni plan Arap ülkelerini futbolda UEFA'ya dahil etmek. Böylece Ortadoğu Avrupa'nın bir uzantısıymış gibi algılanabilecek. Planlı tüm işlerin zararlı olacaklarını düşünmüyorum. Bu gelişmeler küresel ve ebedi barışa hizmet edecektir ümidini taşıyorum. Peki Suudistan bizim için niye önemli? Petrolünden dolayı değil tabii ki. Kutsal Şehrimiz Mekke'deki yönetici otorite Suudistan. Bu sebeple ilgi göstermememizin mümkün olduğu bir alan değil.

Eğer Kudüs'ün uluslararası statü kazanmasını istiyorsak Mekke'yi bu statüye kavuşturmalıyız. Mekke, İslam Ülkeleri'nin tümünün mülkü haline gelmeli. Yöneticisi 5 yıl Malezya'dan, 5 yıl Pakistan'dan olmalı. Eğer bunu yaparsak “Sizde aynısını yapın!” deme hakkına kavuşuruz.

Gelin biz milli sanatımız askerlikte neler olmuş, neler oluyor bir bakalım.
Saygıdeğer arzdaş, keskin nişancılık her daim ilgi çeken bir mecra olagelmiştir. Artık kavisli mermi ve hatta güdümlü mermi bile atan makineler olmasıyla beraber bu alanda yüzlerce yıl evvel neler yapıldığı çok ilgi çekicidir. 
Kütahya Kalesi'ni bildiğinizi ümit ediyorum. Buradan aşağıda ki mahalleye baktığınızda sanki evlere kuşbakışı bakar gibisinizdir. İşte nişancımız 1300'lü yıllarda bu Kütahya Kalesi'nin burcuna çıkıyor, dürbün ile aşağıda ne olup bittiğine bakıyor ve bir adamın bir kadına saldırdığını görüyor. Geriyor yayı, atıyor hedefe. 600 mt aşağıdaki hedefe. Ok aşağı doğru gidince gittikçe gidiyor ve nişancımız kötü adamı boynundan vuruyor. Orta Çağ keskin nişancısı.
Zaten bizim askeri tarihimizde yalnızca bize has ve açıklanması, izah edilmesi çok zor durumlar vardır. Örneğin zil kalkan fenomeni. Efendim, bilirsiniz ki müzikal zil enstrümanlarının en iyileri halen Türkiye'de üretilmektedir. Dünya'nın tüm başlıca müzisyenleri zil konusunda Türkiye'yi tercih eder. Bunun konumuzla alakası şöyle; 400'lü yıllarda metal işlerinde zirveyi yaşadığımız yıllardı. Büyük Hun İmparatorluğu Çin Hanlığı'na korku salıyor, Dünya'nın öbür ucundaki Roma bile diken üstünde hissediyordu. İşte bu dönemde yaptığımız savaş kalkanları tek kelimeyle mucizedir. Bu kalkanı elinizde tuttuğunuzda, biri gelip herhangi bir metalle kalkanınıza vurursa kalkan çok tiz bir titreşim yayıp vuran kişinin kolunu elektrik çarpması gibi bir hissin kaplamasına neden olur. Bunu şu anda Dünya'da yapabilen sayılı usta var. 
Süvari alaylarımızın atlarının ayaklarına 7'şer kiloluk ağır nallar mıhlayıp düşman hattını hunharca yardığımız hakkında ki bilgileri yanaklarım uyuşarak, tüylerim diken diken olarak okudum diyebilirim.

Olmuşların sonu gelmiyor… Birazda neler oluyor bir bakmaya çabalayalım: 

Kıbrıs ile ilgili ürettiğimiz milli bazda proje sayısı sıfırdır. Kıbrıs'ta taş üstüne taş koymuşluğumuz yok yani. Tabii mevcut hükümet süresi boyunca olanlardan bahsediyorum. 24 sene yani. İnanın insanın söylerken sinirleri bozuluyor: 24 yıllık hükümet. 24 senedir Kıbrıs'ta yapılmış adam akıllı bir icraat yok. Lütfedip su götürmeyi başardılar adaya. 
Suudlar bile UEFA'ya girme planı yapıyorlar… KKTC'nin uluslararası spor müsabakalarında temsilinin gerçekleşmesi için hiçbir çaba yok. Zannediliyor ki adamlar bize “Ya gelin sizin Kıbrıs'ı da turnuvalara dahil edelim.” diyecekler. Kardeşim bir kulis yapmak diye bir şey vardır. Kıbrıs konusunda bir yılgınlık, bıkkınlık ve tembellik var. Olmaz.
Yapıcı olalım. Ne yapabiliriz, bunu konuşalım. Öneriler atalım ortaya. Kuzey Kıbrıs'a Dünya'nın en büyük deniz fenerini yapmaya ne dersiniz? Işığı yüzlerce kilometre uzaklıktaki illerden görünen bir fener. Sanki göğe yerleşmiş bir yıldızmışçasına parlasın. Görenlerin ağzı açık kalsın. Kristali Dünya'nın en büyük kristali olsun. Kıbrıs Adası bunu binlerce yıldır hak ediyor zaten. Rodos'a Anıt Heykel dikmeden evvel insanlık Kıbrıs'a bir bakmalı “Ne yapıyoruz orada?” diye. Açıkça söyleyeyim; Kıbrıs'a dev deniz feneri fikrini savunmamın sebebi dikkat çekicilik sağlamak. Hem turizm açısından, hem de internette herhangi biri “deniz feneri” araması yaptığında ilk sırada KKTC gelsin diye.

Askeriye konuşulunca pusat konuşulur tabii. Silah konuşulunca ise mermi konuşulur. Dünya'da en yükseğe çıkan mermi hangisi halen tam olarak bilinemiyor. Çünkü merminin nereye kadar çıktığını net bir biçimde göremiyoruz.
Çöken duman bombası diye bir şey. Hani bazı dumanlar yere doğru yayılır? İşte bundan esinlenerek çöken duman bombası yapmışlar. Atıldığında yıkıcı bir etkisi yok. Sadece atıldığı ortamdaki havayı yok ediyor. Soluk almak imkansız hale geliyor. Gaddarca. Ve ancak bu silah orman yangınlarında yangına müdahale amaçlı da kullanılabiliyor.
Etrafınızda var mı bilmiyorum. Yeni yeni tütün içme şekilleri ortaya çıktı. Elektronik sigara, kağıt yakmayan sigara, buhar sigara, limonu sigara, karpuzlu sigara vs. Eğer bunları gördüyseniz anlatılan teknolojiyi daha anlatılmadan anlayacaksınız demektir: su altı sigarası.
Su altında ateş yakarak suyu hidrojeninden ayırıp oksijeni kullanıcısına sunan, saatlerce su altında dolaşmayı mümkün kılan, müthiş bir alet. Ve bir dal sigara görüntüsünde sadece. Suyu yakıp bundan hava üretiyor.

Adamlar gece vakti havaya otomatik silahlarla ateş ediyorlar. “Manyaklar” deyip geçip gideceksin ve ancak 2 km uzaktaki gözetleme kulesine yaklaşık 3 dakika sonra sağanak mermi yağmaya başlıyor. Serseri mermiler. Ve ancak akıllı serseri mermiler. O “manyaklar” bunun böyle olacağını bilerek sıkıyorlar havaya. Sanki rastgele gibi.

Bir miğfer istiyorum. En berbat patlamada bile kafamı korusun. Ön kısmında saydam ekran olsun. Etrafı bana hem termal olarak göstersin hem metalürjik. Kurmalı silahım olsun. Baktığım noktalara atış yapsın. Miğferim uydu ile bağlantılı olsun. Uydu etrafımı sürekli gözetlesin. Herhangi bir yerden düşman yaklaşırsa havada ki SİHA söz konusu hedefleri imha etsin. Miğferimin ön saydam ekranı ayrıca arkayı göstersin. Miğferim sayesinde ülkenin başkanı dilerse benimle direkt temas kurabilsin.

Gerçeklere gelirsek; Ordumuz zor bir dönemde. “Silahlı Kuvvetler'i sivilleştireceğiz!” diyen bir zihni şer algı otorite konumunda. Gülhane Askeri Tıp Akademisi kapatılıp Abdülhamid Han Hastanesi'ne çevrildi. Kuleli Askeri Lisesi kapatıldı. Askeri lojmanlar üçer beşer boşaltılıp yerlerine TOKİ konutları inşa edildi. Ata'ya saygı kutlaması yapan subaylar ihraç edildi. Genelkurmay Başkanı “terörist” diye yaftalanarak ceza evine konuldu. 2014 Haziran'ında Askeri Kışla'nın avlusunda ki Türk Bayrağı'nın yere çalınmasına seyirci kalındı. Askeri endüstri tıpkı inşaat sektöründe olduğu gibi 3-5 kalantorun güdümüne verildi.

Baskı… “Devrimimizin son evresine geldik…” hayaline kapılmış bir yönetim algısı. Şunu lütfen anlayın artık: Türk tepeden inme hakimiyet kabul etmez. Et-mez. 20 değil, 50 sene iktidarı elinde tutup türlü türlü dayatmalar yapsan dahi olmaz. Türk özbirey olarak olarak özgürlüğüne bağlıdır. Yıldıramazsın. Susturamazsın. 
Unutturamazsın, çünkü;

Her Türk asker doğar.