Yaşadığımız onlarca olayın sonuncusu şöyle oldu:
Akşamüzeri hava kararmaya başlamış, günün yorgunluğunu atmak, işi bırakıp evlerimize çekilmek için hazırlıklar yapıyorduk ki "Durabey altında motosiklet kazası var" diye ihbarlar gelmeye başladı.
Küçük yerde trafik kazası haberine gitmek kolay değil. Kazazedelerin yakın akraba, tanıdık olma ihtimali kadar, tanıdığın tanıdığı olması da çok üzücü oluyor.
Gazetecinin görevi; trafik kazasında kazanın nerede olduğunu, neden olduğunu, nasıl olduğunu, kimin veya kimlerin kazazede olduğunu doğrulaması gerekir ki hem haber kirliliği olmasın, hem aynı yerde bir daha kaza olmasın, hem de kazaya neden olan olaylar zinciri insanlara bir ders, bir uyarı olsun!
Meslekte 35 yılı aştık ama küçük yerde görevin dışına çıkmak zorunda da kalıyorsunuz.
İhbarın geldiği yerde çok kazaya gittik ama ölümlü, ağır bir kaza olmadı, Allah’a şükür! Bir de kazanın tek taraflı olduğu gelen bilgiler arasındaydı. O yüzden işlerimizi bitirip öyle harekete geçtik ve 20 dakika kadar sonra olay yerine vardık ki büyük bir kalabalık toplanmış.
Yolda trafik felç olmuş. Birimiz arabaya koyacak boş yere bakmaya gitti, ben de indim. İner inmez insanlar üzerime yürüdü: "Gelen giden yok, yardım edin, bir de siz arayın. Daha büyük kazalar olacak. Ambulans nerede?" falan derken olayın şokunu atar atmaz biz de gereken yerleri aradık ama anlaşılan o ki kimse kazayı resmi makamlara bildirmemiş!
Motosiklet sürücüsü kanlar içinde yerde yatıyor. İki Domaniçli genç, yaralının uyumaması için canla başla mücadele ediyor. Yoldan geçen bir hemşire yaraları sarmaya çalışıyor. Trafik kitlendi ama o kadar insanın arasından yolu yarıp geçen sürücüler de yeni felaketlere adeta davetiye çıkarıyor.
Bunlar bizim rutin olarak yaşadığımız olaylar. Vatandaş ilk hıncını bizden çıkarıyor: "Yardım edin, ambulans nerede? Görüyorsunuz, bunları yazın."
Sanki yazınca altına imzasını atacak, sanki habere yorum yazıp "Evet, oradaydım. Böyle böyle sıkıntılar oldu." diyecek...
Haber yayınlandıktan sonra kimse gıkını çıkarmaz. Konuşsa da kahve köşelerinde kendi kahramanlıklarını anlatır. Hatta orada dediği gazetede çıkarsa "Ben demedim, gazeteci öyle yazmış." diyenlere de çok sık şahit olduk. Bu yüzden her haberi hem video hem fotoğraf olarak kayda alırız.
Öncelikle mağduriyet bölgelerindeki halkın bilmesi gereken bir gerçek vardır ki: Hak verilmez, alınır.
Haksızlık karşısında susarsan, korkarsan, tırsarsan, “bana ne” deyip sallarsan; sıra sana geldiğinde sen de yalnız kalırsın, dakikalarca yerde yatan ve kan kaybeden yaralına çaresizce bakarsın.
İşin vatandaş tarafı böyle. Kimse başına gelmeyince, acı gerçeklerle karşılaşmayınca ses çıkarmıyor. Kimi korkudan, kimi yandaşlıktan.
Bir de bir üst kademe var ki, akıllara zarar. "Ambulans geç geldi" haberinin mağduru ambulans şoförü oluyor. Adam tek ambulans, tek şoför; olay anında başka bir yerde ama gel de anlat!
Bir üstü, "Yetersiz ambulans" yazana küsüp gidiyor. Küseceğine çare arasana! Yarın sen de mağdur olabilirsin!
Yandaş, başka bir koldan kendince argümanlar üretip olayı çarpıtmaya çalışıyor. Üstelik bu konu, su meselesinde, atılmayan asfalt meselesinde, yapılmayan yol meselesinde hep aynı.
Dile getirilen soruna çözüm üretmesi gerekenler küsüp gidiyor.
Oysa biz onlardan küsmesini değil, çözmesini beklerdik. Ama işte... liyakat meselesi vesselam!