KİFAYETLİ… KARARINDA… KÂFİ… YAV YETER BE!

Abone Ol

Niye mi? Çünkü “yeter” denmeye denmeye hepimiz yetersiz hale geldik! Son 23 yıla bakmaya ne hacet. Önce şu an, hemen şimdi hakkındadır durum. Ürettiğimiz zarar ediyor, gelirimiz hayatta kalmamıza yetmiyor. Borç içindeyiz hepimiz. Bizim borçlu olduğumuzun da başkasına borcu var! Hepimiz gerçeklerin farkındayız. Hiç öyle mazot fiyatı, ekmek, su fiyatı, elektrik fiyatını kalem kalem ele alıp yazmaya gerek olduğunu sanmıyorum. Türkiye durumun farkında. Memleketimiz bilfiil iflas etmiş durumda.

Niye? Çünkü biz unuttuk. Değişimde terakki olduğunu unuttuk. Denge nedir unuttuk. Hepçilik istikrardır sandık.

Konuyu başa sarmak istemiyorum ve ancak bazı noktaların üzerinde durmak gerekiyor: 1999 yılı Türkiye’si… Koalisyon hükümetlerinin kısa ömürlü olmaları ve sık iktidar değişimlerine rağmen Türkiye güçlü bir ivme kazanmıştı. Ulusal altyapı problemleri çözülmüştü. En önemlisi de buydu zaten. Bu esnada Türkiye Dünya’nın En Gelişmiş Ülkeleri listesinde 12. sırada boy gösteriyordu. ABD Başkanı Bill Clinton Washington DC’de Georgetown Üniversitesi’nde katıldığı bir konuşma esnasında yeni yüzyılın şekillendirici gücünün Türkiye olacağını söylüyordu. Durum ciddiydi. Türk 21. yüzyılda süper güç olma yolunda gidiyordu.

Ve AKP bu ortamda iktidar oldu. 23 yıl kesintisiz hükümet etti. Bugün Türkiye Dünya’nın En Gelişmiş Ülkeleri listesinde ilk yirminin altında.

AK Parti’nin kuruluşu sürecine bakarsak rahmetli Prof. Necmettin Erbakan’a karşı bir ihanet hareketi olduğunu hatırlarız. Bu yeni partinin arması ise “Ampul” dur. Sizce siyasi parti armaları tesadüfi midir? Sizce Üç Hilal öyle faraza bir biçimde mi seçilmiştir? Altı Ok, Beyaz Güvercin, Arı, Kırat, Dişli-Çark, Başak, Güneş ve daha nicesi haklarında hiç düşünülmeden ortaya atılmış semboller midir? Tabii ki değil. Peki ya Ampul? Ampul Amerika’nın 1 numaralı icadı değil midir? Bu şansa mı böyle denk gelmiştir ya da bu bariz bir şekilde ABD’yi yıkayıp yağlama hareketi midir? Amerika’ya sayıp sövenin amblemi Amerikan!

AKP’yi konuşuyorum. Niye? Çünkü Türkiye’de olup biten bütün berbatlıkların müsebbibi bu örgüttür. 23 yıldır kesintisiz iktidar olup ardından “Bu kötü vaziyetin mesulü biz değiliz.” deyip sorumluluktan yırtmaya çalışmak 4 yaşında kabahat işleyip suçunu gizlemeye çalışan bir çocuğun zeka seviyesi ile aynı mertebedir. Bunca sene yönetip sonra “Ben kabahatli değilim.” demek hakkında sıfat bulunması zor bir davranıştır. 23 yıldır kesiksiz iktidar ve geldiğimiz durum sefalet. Sigara içerken eşlerinin gözüne bakamayanlarımız var. Çocuğun rızkı konusu. Bir paket sigaranın fiyatını ben bilmiyorum. Tütüncüden alıyoruz biz sigarayı artık. Bir sigarayı içecek 10 dakikalık rahatı yakalayamaz vaziyetteyiz. Peki bu AKP yolun başında nasıldı?

Hatırlarsınız ya, ben yine de unutmadığımızı resmen belli etmek niyetiyle 23 yıl önce olanları tekrar edeyim: Şu an Beştepe’nin maliki olan kişinin o esnada yargı ile başı dertteydi. T.C. Cumhuriyet Savcıları bu zat’ın terör örgütleri, tehlikeli tarikatlar ve dergahlarla bağlantılı olduğunu gösteren bir dosyayı işleme koydu. Yargıtay yargıladı, T.C. Anayasa Mahkemesi yargıladı ve şahıs hüküm giydi. Siyaset kendisine yasaklandı. (Bugün, yaklaşık 20 yıl sonra T.C. Anayasa Mahkemesi’nden intikam almak arzusu bu sebeptendir.)

Sonra genel seçim yapıldı. Siirt İli Milletvekilliği’ni Fadıl Akgündüz denilen medyatik bir dolandırıcı kazandı. Bu şahıs güncel sahada Jet Fadıl olarak anılıyordu. Sahibi olduğu firmanın adı JetPa idi. Ve fakat “jet” lakabı aslında kendisinin insanları jet hızıyla söğüşlemesinden geliyordu. Peki bu ne alaka mı? Bu Akgündüz’ün Milletvekilliği berbat sicilinden ötürü düşürüldü! Yerine yedek kontenjandan Siirt Milletvekili olarak AKP’nin şimdiki Genel Başkanı geçti! T.C. Anayasa Mahkemesi kararı ihlâl edildi. Bu bir fiil sivil ihtilâl idi. Olanlar tam bir saçmalık daniskasıydı. Bildiğiniz gayrimeşru. Şahsın TBMM’ye ilk girişi şaibeli. AKP rejim olarak bir nevi gayrimeşruiyeti benimsemiş görünüyordu. Millet “gayrimeşruda sağlam canlı var haci” kıvamına gelmiş ve AKP’nin bu tavrına destek verir hale gelmişti. Gayrimeşru ile zenginleşme hevesi 23 yıl sürünce memleket göçtü. Kısa zamanda zenginleşme heyecanı ile 21. yüzyılın belirleyici gücü olmaya aday olan Türkiye hedefinden uzaklaşılırken yurtta vukuu bulan olaylar: 1990’lı yıllarda dev bir telekomünikasyon firması olan Telsim’i hatırlayan var mı? Bu şirket Turkcell cüssesinde dev bir kurumdu. Tamamen yerli sermaye idi. Şirketin sahibi ayrıca muhalefet partisi lideriydi. AKP yönetimindeki devlet resmen el koydu şirkete! Sonra şirketi başka bir şirkete sattı. Ardından başka bir şirkete daha sattı. Ardından en son Vodafone aldı Telsim’den kalanı. Konu yüzlerce milyon Amerikan Dolarlık bir mevzu.

Yandaşlara çok akıtıldığı söyleniyor bu kaynaktan. Yalan. Parsanın neredeyse tümü yandaşlar değil akrabalara yar olmuştur. Bu öyle paradır ki ülke genelinde ultra lüks 20 tane Medipol, Medicana falan diye hastane açarsın. Hatta zorlarsan insansız hava aracı firması bile kurarsın.

İkinci dev vurgun Reza Zarraf ile yapıldı. İran’dan eşek yükü ile (mecaz değil) tonlarca kaçak altın Türkiye’ye sokuldu. Bu sınır operasyonunu Kürt aşiretler üstlendi. Altın THY ile Katar’a taşındı. Burada altın nakde çevrildi. Altın eridi, Hindistan’a ziynet oldu, Japonya’ya kablo hammaddesi oldu vs… paraya dönüştü yani. Böylece nakdi veren de kaybetmemiş oldu. Uluslararası ambargo uygulanan İran’ın bu ambargoyu delmesine vesile olundu. Ancak getiri yine yüksekti. Türkiye Cumhuriyeti Devlet Bakanı’nın Reza hakkında “Onun ben önüne yatarım.” dediğini unutmayanlarımız vardır. Hiçbir şey üretmeyen, hiçbir ticaret yapmayan bir Reza Zarraf “Türkiye dış ticaret açığını ben kapıyorum.” diyordu TV’de. Arkasında da Türk Bayrakları.

Yani yine gayrimeşru ile AKP “yolunu” buluyordu. Bu esnada geçen yıllar Türkiye’yi eritiyordu. Üretmek, adil anakaynak paylaşımı gibi konularda Türkiye yerinde sayıyordu. Gayrimeşru ile kendini finanse eden bir örgütün yönetiminde Türkiye üretmekten geri kalıyordu. Hani derler ya; “Alışmış kudurmuştan beterdir.” AK Parti’yi en iyi özetleyen bu gerçek gözlerden kaçmıyor.

Peki ya 23 sene önce ki Anayasa Mahkemesi’nin “teröristlerle ilişkisi var” dediği şahıs neler yaptı bu 23 senede? Terörist lider Talabani ile el ele kol kola Diyarbakır’da açılış töreni … işid denilen terörist örgüte direkt olarak tırlarla silah gönderimi girişimi … Türk Silahlı Kuvvetleri’ni cami yakmakla itham…

Düşündükçe beni en daraltan mevzu 8 Haziran 2014 yılında gerçekleşti. Diyarbakır’da Hava Kuvvetleri Komutanlığı bünyesindeki kışlaya ayrılıkçı teröristler daldı ve sancaktaki Türk Bayrağı’nı tırmanıp yere çaldı. Bir tane kurşun atılmadı. 14 Ağustos 1996 tarihinde benzer bir kışkırtma Kıbrıs’ta yaşanmıştı. Sınırı geçen Rum saldırgan vandallardan biri Türk Bayrağı Sancağı’na tırmanmaya başladı. Yarıya kadar tırmandı ve o anda boynundan tek vuruşla aşağı indirildi. AKP’nin yönetmediği Türk’ün tepkisi bu idi. Neyi kaybettiğimizin farkında mıyız acaba? AKP’nin bize neyi kaybettirdiğinin idrakinde miyiz?

Yeniden gelelim bugüne; Merkez yerel hizmetlere engel oluyor. Ankara millete şantaj yapıyor; “İstediğimi vermezseniz hepinizi harcarım!” diyor. Belediyeleri iş göremez hale getirmeye çalışan ve

vatandaşın çoğunluğunun desteğinden yoksun olan hükümeti artık değiştirmek anasından doğan çocuğun göbek bağını kesmek kadar aleni bir zarurettir.

Louis Vitton marka ibadet örtüsü ile kendini sokağa atanlar ve onların destekçileri haksız kazanç ile zenginleşirken olan Türkiye’ye; “Türk demek doğru demektir.” diyemeyenlerce yönetilen Türkiye’ye oldu.

New York Times Gazetesi köşe yazarlarından Thomas Friedman’ın AKP Genel Başkanı hakkında yaptığı bir tespit kayda değer: “Kendisi kazanmışken, başarmışken bırakmayı bilemedi. 2 seçim kazanıp Türkiye’yi yönettikten sonra bir zahmet ‘tamam’ demeyi bilmeli ve köşesine çekilmeliydi. Ancak hayır… AKP Genel Başkanı bunu yapamadı. Başarılıyken bırakmayı başaramadı.”

Bununla beraber benim dikkatimi çeken bir konuyu da söylemeliyim: AKP Genel Başkanı’nın Üsküdar’daki ikameti benim vaktimin çoğunu geçirdiğim eve yürüme mesafesinde. AKP Genel Başkanı’nın Üsküdar’daki yerleşkesi bir kasr. Evet, evet… Bildiğiniz kasr. Yani saray yavrusu. Şimdi düşünüyorum da rahmetli Süleyman Demirel bir apartman dairesinde yaşardı. Rahmetli Turgut Özal mütevazi bir dairede yaşardı. Rahmetli Bülent Ecevit yine bir apartman dairesinde ikamet ederdi. Listeyi uzatmak mümkün. Bu insanlar sonuçta devlet insanları. Sanayici, sporcu ya da sanatçı değiller. Yani dev ve debdebeli konut alacak durumları olamaz. Tabii yolsuzluk yapmadıkları sürece. Ancak AKP Genel Başkanı Kısıklı’daki ultra lüks kasrında yaşamakta bir beis görmüyor. Endüstriyel, ticari ya da herhangi farklı bir gelir kapısı bulunmayan bir kişinin öyle bir yeri satın alması mümkün değildir. Peki nereden bu değirmenin suyu? Katakulliden, dolamalıktan, yolsuzluktan tabii.

Fadıl ve Reza örnekleri göstermiştir ki kara para aklama siyasi örgütlenmesi yönetiminde Türkiye kazandığından fazlasını kaybetmiştir.

“Efendim yolsuzluk her dönemde, her devlette olmuştur ve olur! Buna engel olmak insanın tabiatına aykırı!”

‘İyi de eskiden yolsuzluk yapanlar en azından cezalandırılırdı. Şimdi ise mükâfatlandırılıyor. Yolsuzluk yapanlar kendilerini üstün insan zannediyor.’

AKP’lilere bakınız… Nasıl daha fazla kazanacakları, nasıl zenginleştikleri tek dertleridir. Kıbrıs, Kırım, Uygur, Türkmeneli, AB ile entegrasyon, terör ile mücadele gibi uzun zamana yayılmış ve kronikleşmiş devlet sorunlarımızdan hiçbirini çözmeye bile çabalamamışlardır. Tek dert vardır: “Nasıl daha fazla kazanırım?” Hayat gayesi olarak zengin olmayı hedeflemek ile hayat gayesi olarak zengin edecek icraatı yapmayı hedeflemek arasında fark vardır. “Nasıl geçinirim?” sorusu ile “Nasıl daha fazla kazanırım?” sorusu arasında ki fark gözden kaçabilir mi?

Vatandaşın %52’si borç içinde ölüyor! Ampul Hareketi’nden evvel, yani 23 sene önce bu oran %9 idi. Hiper-enflasyon devletin vatandaşa uyguladığı faizdir. Hükümet vatandaşın çekmecesinde, yastık altında biriktirmeye çalıştığı paranın derdine düşmüş haldedir. En sevmediğim tutum bu. Hem enflasyonu kendisi dizayn ediyor, hem de bununla mücadele etmeye çalışıyormuş gibi görünüyor. Hem Sisi’ye katil diyor hem de aynı Sisi’yi apronda karşılıyor. Hem “Mavi Marmara’ya biz destek veriyoruz” diyor hem de Mavi Marmara’ya baskın olunca “Ben mi gidin dedim?” diyebiliyor. Hem fenalığı kendisi yapıyor hem de o fenalık ile mücadele ediyormuşçasına böbürleniyor. Ve bunu hep yapıyor. Huyu bu. Sözünün eri olmayan bir Beştepe var. Kötüyü iyi gibi yutturuyor. Merhum Süleyman

Şah’ın kabrini açıyor. Rahmetli Gazi’nin naaşını başka bir yere taşıyor ve bunu kutlamalar eşliğinde, sevinerek yapıyor!

“Devletin ucu çift maaşlı!”

Çok çalışmak kabahat mi?

“Vatandaşın neredeyse yarısı işsiz!”

Çalışsınlar o zaman.

“Devletin ucu niye 10 işte çalışmıyor o zaman çok çalışmak marifeti ise?”

“Evet nedir?”

“2 işten 20 iş maaşı alınca daha fazla işe gerek kalmıyor mu?”

“Çift maaşlı devlet zirvesi mi olur?! Hişş kaçma gel!”

“Sığınağa mı gidiyon yine?”

Hem Cumhurbaşkanlığı hem de Siyasi Parti Genel Başkanlığı maaşları. İnsanlara mazlumluğu, ezikliği erdemmiş gibi yuttururlarken kendileri “ye arkadaş ye, ye arkadaş ye”!

Eğitimli, kalifiye, donanımlı Türk Vatandaşları’nın ülkeyi terk edip göç etmelerini sağlamaya çalışan bir hükümetten bahsediyoruz. Onlara göre “Çünkü yurtdışına yerleşen Türkler o ülkelerin zenginliğini Türkiye’ye getirmekte. Bu çok büyük bir katma değer”. Yahu bunun adı vatandaşı satmaktır. Resmen bu böyle. “Git o ülkelerin paralarını buraya getir. Vatanını terk et.” diyor hükümet. ‘Hekimlerimiz göç ediyor’ diyoruz “Giderlerse gitsinler” diyor akla zarar bir biçimde.

Türkiye’nin net çoğunluğunun desteğini temsil eden CHP ve onun lideri Özgür Özel bu yıl Türkiye’nin öğrenebileceği en önemli açıklamayı duyurdu: “Erken Seçim istiyoruz.” Vatana ve millete hayırlı olsun inşallah.

Yerel hakimiyetini yitirmiş bir merkez, Türk Milleti ve Türkiye’ye ancak ve sadece zarar verir. Vakit kaybettirir. Hükümeti haysiyete davet etmek cümlemizin görevidir. Seçim kararını sadece vermemiz bile ülkemizin ekonomisi ve motivasyonuna olumlu etki yapacaktır. Ayrıca iktidar partisi acil seçim kararının ardından gelecek olan kampanya sürecinde oy verenleri kazanabilmek için saçıp savurabilir. Bu da vatandaşı biraz rahatlatabilir.

Hükümet dert, seçim çaredir.

İktidar Türk Vatandaşları’nın çoğunluğunu temsil etmemektedir.