KENAN

Abone Ol

İnancının bir çatışma sebebi olarak algılandığı karanlık çağların kapandığını sanıyoruz. Ancak gerçek bu değil. Birbiriyle aynı inancı taşıyıp çeşitli farklılıklarla uygulayan, ibadet biçiminde yakın farklılıklar olan kitleleri temsil eden devletler birbirleriyle savaşa tutuşuyor.

Gün makul tavır takınma centilmenliği gösterilecek bir vakit değildir. Halihazırda milyonlarca insana “ölüm ambargosu” uygulanmakta. Sivil/yerel halkın ne elektriği, ne içme suyu var. Güncel duruma zaten duyan duymayan herkes vakıf.  Yine de bunların bazılarını tekrar ve defaten canlı tutmak gerekiyor:

hamas İsrail üzerine binlerce füze yağdırıyor. Son olayların başlamasına neden olan ana aksiyon bu idi. Peki İsrail'in Dünya'ya parmak ısıttıran haber alma örgütü Filistin'de binlerce füze içeren bir hazırlığını atlamış, öngörememiş olabilir mi? Eğer cevap “Evet” ise İsrail savaşı şimdiden kaybetmiş demektir. Böylesi bir çapta ani taarruzu hamas sır olarak saklayıp gerçekleştirebildiyse sadece hamas bile Filistin'in İsrail ile yaşadığı cenderenin sonunu getirmeye kadir demektir.

Ve ancak; akla daha yatkın tahmin şöyle olacaktır: İsrail hamas'ın “ani” saldırısından haberdar idi. Yani işin içinde içeriden azmettirenler var. Maksat Gazze'deki Arap nüfusu göçe zorlamak. Ve maksat bu sebeple yapılacak bir askeri harekata uygun zemin hazırlayıp bunu meşru kılacak bahane/sebep oluşturmak.

hamas bunu bilmiyor mu? Dikkat edilirse Suriye'de şu an oldukça takatsiz vaziyettedir. İsrail toprak genişletmek için makul neden ortaya çıkarmak amacıyla kendi vatandaşlarını öldürtüyor.

Lütfen; gelin olgunun derinine dalmaya başlayalım ki idrakimizden kaçmış bir kısım kalmış mı bir daha sınayabilelim:

Musevî ile Müslüman arasında bir husumet yoktur. Mücadele İsrailoğulları ile Müslüman arasındadır. Musevî ile Müslüman'ı birbirine benzetmek, birbirinden ayrıştırmaktan kolaydır.

Peki Müslüman'ın İsrailoğulları ile derdi nedir?

Hızla ve bodoslama gitmeye başlayalım; İsrail intihara meyilli bir siyasi yapılanmadır. Açıkça soruyoruz Musevîler'e: “İbranileri dar bir alana sıkıştırmak tarih boyunca hangi sonucu ortaya çıkarmıştır?” Bu sorunun cevabı katliamdır. Yahudiler ne zaman ki dar bir alana sıkıştırılmıştır, o zaman toplu kıyım mağduru olmuştur. 
Batı, arınmış bir uygarlık değildir. Halen Batı'da Haçlı zihniyeti taşıyanlar var. Bunlara göre Musevîler Hz. İsa'nın katilleridirler. Bu anlayışa göre Yahudiler külliyen ortadan kalkmalıdır. İşte bu anlayışın sponsoru Roma bir İsrail devleti tasarlayarak Dünya İbranileri'nin buraya yönlenmesine sebep vermiştir. Amaç bu devleti bölgesine düşman olarak tutmak ve Musevîlerin %95'i bu devlete göç ettiğinde yine bölgedeki birçok radikal terör örgütünden birkaç tanesine birkaç nükleer silah vermek ve bunların Musevî nüfusunu tamamen ortadan kaldıracak bir saldırı tertiplemelerini uzaktan izlemektir. Geriye kalan %5'lik Musevî ise asimile olacaktır. Böylelikle Hz. İsa'yı katledenlerin soyu kuruyacaktır. Ben İstanbul'um. Roma'yı bilirim. Plan budur. Yani Musevî tüm Dünya'nın tehdidini üzerinde tutmaktadır. Uyanık olması. Komşularıyla barışçıl olması gerekir. Ve ancak Roma'nın sesi gürdür: “Saldır İsrail! Saldır biz arkandayız!” diyerek İsrail'in en büyük kışkırtıcılığını üstlenmektedir. Yapılan planların iğrençliği ve uygulanış şekillerinin laçkalığını düşünebiliyor muyuz?
Peki odası, evi, mahallesi, Dünya'sı başına göçen 3 yaşında ki bebe?

Unutulmamalıdır: Son Kitab vardır. Bu demektir ki İlk Kitab vardır. Müslüman ve Musevî arasında ihtilaf yoktur. Müslüman'ın mücadelesi İsrailoğulları'na karşıdır.
Musevî'nin anlaması gereken; bir ülkenin sahibi olmak için illa o ülkenin çoğunluğu olmak gerekmez. Örnek; Monako, Kuveyt…

Tüm bu süreç esnasında “Önce hamas saldırdı! İsrail kendisini savunuyor! Suç mu bu?” diyebiliyor. 

Lahavlevelahaguvveteillahabillaazim… Mescid-i Aksa'ya ibadet esnasında silahlı baskın yapmak nedir? Bir ibadethanede dua etmekte olan insanların kutsalına gaz bombaları atmak nedir? Bireysel ifade ve inanç özgürlüğü ilkelerine karşı tutum sergileyen bir İsrail anlayışı oluştu.

Bazıları zannediyor ki Dünya bu olanlardan etkilenmiyor. Akşam yemeği esnasında akşam haberlerinde mahvolmakta olan hayatları, bombaları, çığlıkları, kan içinde kalmış acil durum servislerini televizyon-bilgisayar-telefondan sessizce izleyen ve o esnada yorum yapmayan insanlığı sokaklarda bir görün ve dinleyin lütfen. Küfür artıyor. İnsanlar telefonda kızgın konuşuyor, sayıyor, sövüyor. Gergin bir enerji dolanıyor sokaklarda ve yine de kimse akşam haberlerinden etkilenmiş olduğunun idrakine girmiyor.

Türkiye Cumhuriyeti ne yapmalıdır? Hakikaten yahu; biz ne yapmalıyız şu anda?
Öncelikle müttefiklerimiz ABD ile İngiltere'ye katılmalı ve en azından bir firkateynimizi söz konusu bölgeye göndermeliyiz. Bu bir. Bu bölgenin etken kuvvetlerinden olduğumuzu gösterecektir. Kimseyle çatışmaya gitmemeliyiz. Orada olmak için oraya gitmeliyiz. NATO müttefiklerimizin donanmaları ile birlikte aynı sahada boy göstermemiz iki taraflı mesaj verecektir:  “Müttefiklerimizin yanındayız.” ve “Herkes Ay Yıldız'ın hangi tarafta olduğunu idrak edecek kadar akla sahiptir diye düşünüyoruz.”

İkinci ve acil adımımız şu olmalıdır: İslam ülkeleri temsilcilerini acilen İstanbul'da misafir etmemiz gereklidir. Ne konuşulacağını, ne karar verileceğini bilmeseler dahi, ortak bir hareket düzenlenmeyecek olsa dahi İslam ülkeleri liderleri acilen toplanmalılar ve bu şekilde Dünya'ya Filistin'in tamamen yalnız bırakılmadığını ve birçok ülkenin bu yaşananlarla ilgili gerildiğini göstermek gerekmektedir. Herhangi bir antlaşma ya da deklarasyon yapılması bile gerekmiyor. Yalnızca İslam devletleri liderlerinin özellikle bu günlerde yan yana bir fotoğraf karesinde yer alması bile büyük ve olumlu bir etki doğuracaktır.
Bu esnada durumun küresel bir çatışma başlangıcına sebep olmasının önüne geçici ve itidalli çağrılar yapılmalıdır.

Orta-uzun vadede Türkiye'nin yapması gereken ABD'nin izinden gitmektir. Yani nasıl ki ABD Kudüs'te bir İsrail Büyükelçiliği açmışsa biz de Kudüs'te bir Türk Filistin Büyükelçiliği açmalıyız. Bunu yapmanın yolu sürpriz biçimde yapmaktır.

Şunu lütfen göz ardı etmeyiniz: İsrail'in orantısız güç kullanımını tüm Arap coğrafyasında Arapları birleştirici bir bütüncül akıma yol açacak bir etken olarak görebilirsek bu muhteşem olur.
“Türk'e faydası ne?”
Türk'e bir faydası yok. Ben kendi Türk Birliğim'e bakarım. Arap Birliği, Türk Birliği ileride bir birlikteliğe giderse zaten Ümmet resmi ve somut olmuş olur. Filistin'e yapılan zulüm belki de Arap Milleti'nin külliyen birleşmesine vesile olabilir.

İsrail sanki kendisine Filistin ile barış dayatılsın istiyor. Sanki orantısız güç kullanımıyla uluslararası vicdanın barış baskısı yapmasını istiyor. Böylece barış küresel bir dayatma olacak ve İsrail bu şekilde vahşi davasından kendi isteğiyle vazgeçmemiş ve uluslararası kamuoyu baskısını kabul etmiş olacaktır. Bu ise basit ifade ile “Barışa ihtiyacım yoktu. Barış istemeye de ihtiyacım yok. Yine de Dünya'nın hatırına barışıyoruz işte.” demektir.

Son çatışmaların başlamasının ardından geçen üç günde yaklaşık 1.000 Filistinli ve 1.300 Yahudi öldü. Ve ancak haberlerde sürekli evleri başlarına yıkılan Filistinlier'i görüyoruz. İsrail ise uğramakta olduğu yıkımı gizliyor. Görülmesin istiyor. hamasın füzeleriyle vurulan binlerce hedef ekranlara pek yansımıyor. Aman kimse İsrail'in acziyetini görmesin. Amaç bu.

Tüm bunlardan sonra iş mutlak ve yadsınamaz özüne geliyor: Bizler, biz Semitikler… Yani biz Sâmiler… Hz. Havva ile Hz. Adem'den olma olduğuna inananlar… Bizler; Musevîler, Hristiyanlar ve Müslümanlar olarak Dünya coğrafyasının çoğuna hakimiz. Ve ancak insanlık nüfusuna bakıldığında, biz Yaradan insancı taşıyanların aslında azınlık olduğu görülür. Dünya nüfusu 9 milyar deniliyor. 5 milyarı sadece Çin ve Hindistan zaten.
İlahi açıyla konuya bakar mısınız lütfen? Allah'ın yarattığı insanlığın çoğu Rab inancı taşımıyor. Yaradan'ın varlığımıza tahammül ettiğinin bir göstergesi bu. O'nu bizi yarattığı için mutlu etmeye çalışacağımız yerde durumumuz bu. 
Buna rağmen Semitikler halen birbirinin canına kıyıyor, birbirine çelme takıyor. Bundan Semiler'in kazançla çıkması mümkün müdür?    

Kudüs Dünya'nın iki farklı devletine aynı anda başkentlik yapabilecek yükü sırtlayabilecek bir şehirdir. Kutsal Şehir ve menzildir. Kudüs'te dalgalanan bayrak yalnızca Davud Yıldızı değil; Davud Yıldızı, Haç ve Hilâl taşıyabilmelidir.

İsrail iç aşırılıkçılara karşı uyanık olmaya devam etmelidir. Şu anda İsrail sınırları içerisindeki kutsal İslami yapılara bomba atmak, buraları yakmak için heveslenen İsrailli radikaller mevcuttur. Allah muhafaza böyle bir şeyin yaşanması Paris'teki Olimpiyatlar'ın durduramayacağı bir savaşın ortaya çıkmasına neden olabilir.
Yani üzerinde yaşananlar, önce bölgesel, sonra küresel yıkıma sebep olabilecek hassasiyetteki topraklar bencilce, obsesif ve gaddarca çatışmalara göz yumulabilecek bir diyar değildir.

Halihazırda aklı selim herkesin savunduğu fikirleri savunmakta hiçbir beis yoktur: Acil ateşkes. Ardından iki devletli çözüm.

(Tepki verilmemesi ayıp ve abes olabilecek gelişmeler hakkında hızlı bir biçimde paylaşımda bulunmak sorumluluğu ve zorunluluğu hissetmiş olduğumdan ötürü yazılmış olan işbu metin umarım kimseyi nefret, kin, üzüntü ya da öfkeye sevk etmez.)