İYİ DİYELİM İYİ OLSUN MU ?

Abone Ol

Dünya’nın en etkili ülkesi Amerika Birleşik Devletleri’ndeki seçim süreci küresel anlamda ilgileri üzerine çekti. Seçimin sonucunda Donald Trump ikinci kez Başkanlık makamına geçmeye hak kazandı. Yerküre tokat manyağı haline gelmiş gibi bir hisse büründü. Uluslararası mecrada ki tüm devletler yapıcı ve iyimser açıklamalar yapmaya çalışıyor. Türkiye’de buna dahil.

Nedense kimse “Yahu tecavüz suçundan mahkemece hüküm giydirilmiş bir cinsi sapık sabıkalı nasıl ABD Başkanı olur!?” demiyor. Kimseler “Trump tarihin görmüş olduğu en ırkçı ve sığ kişiliklerdendir.” demiyor. Her ne sebeptendir bilmiyorum ve ancak kimse Trump’un kim olduğundan bahsetmiyor. Trump seçimden önce de aynı Trump’tı, seçimden sonra da aynı Trump.

Uygar Müslümanlar olarak birçok konuda hoşgörü sahibi bir biçimde davranmaya çalışıyoruz. Tamam. Bu güzel. Ve ancak “Müslümanlar bu ülkeye terörizm getiriyorlar. Meksikalılar ve Müslümanlar toplumumuz içinde arınmak istediğimiz unsurlardır. Müslümanlar’la sağlıklı bir iletişimde bulunmanın mümkün olduğunu düşünmüyorum.” vs. şeklinde bir sürü açıklaması olan bir kişiye ben nasıl saygı duyayım? Bir insandan sadece inancı sebebiyle nefret edebilen bir şarlatana neye göre saygı duyacağım?

Trump nefretin ticaretini yapan bir “iş adamı”dır. Evet; bildiğiniz nefret. Bedavadır. İnsanlardan aldığı nefreti insanlara sunarak kendine “ekmek kapısı” aralayan bir multi-milyarder dolandırıcıdır.

“Bahadır. Aman. Ekonomimiz… Trump’ı karşımıza almayalım.”

Ya ne ekonomisi! Zaten yandan yemiş, batmış, devrilmişiz! Daha ne olabilir ki! Ekonomim bozulur diye Trump’a laf etmekten korkacağım ha? Yahu hangi ekonomi?! Ekonomi mi kalmış!

Ulusal gazetelerimiz ABD denilince hemen F35 ve S400 tartışmalarına yöneliyor. Türkiye’ye göre ABD Türkler’in Rusya’dan S400 füze savunma sistemi almasına çok bozulmuş, çok üzülmüş. Bu sebeple F35’leri vermiyormuş. Yahu biraz insaf be kardeşim. S300 sorun oldu mu ki S400 olsun? S300’ler unutuldu mu? Lütfen 20 sene evveline bir anlık gidiniz. Yunanistan Rusya’dan S300 füze savunma sistemi satın alıyor. Türkiye “Ya! Olmaz ki ama! Amerika! Bir şey demeyecek misin buna şimdi?” falan diyor. Ve Rusya sattığı S300’leri Türk Boğazları’ndan gemilerle geçirip Yunanistan’a teslim ediyor. Bırak alış-verişe engel olmayı, oturup izledik Boğaz’dan geçen Rus gemilerini. Bundan 15 yıl sonra bu sefer Türkiye Rusya’dan S400 alıyor. Ve biz Amerika’nın bu konuda tantana yapacağını düşünüyoruz öyle mi?

F35’lerin Türkiye’ye teslim edilmemesinin sebebi iktidarın icraatlarıdır. Türkiye’deki Ampul Partisi F35 alırsa, bunları hemen İran’a gönderecek ve İranlı mühendislerin bu jetin her detayını bilmelerini sağlayacaktır. Kesin bu. %100. Ve F35 hafife alınacak bir uçak değildir. Uzay teknolojisine haizdir. Bundan 40 yıl önce F16 ilk olarak ortaya çıkmıştı. Halen uçuyor. İşte F35 böyle bir savaş makinesi. Önümüzdeki 50 yılın uçağı bu yani.

Gelin gerçekleri kabaca konuşmaya devam edelim; NATO (North Atlantic Treaty Organizaton – Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü) 32 üyesi bulunan bir güvenlik bloğudur. 32 üye. Gerçekçi olalım. Okyanusya’nın güvenliği ABD’den sorulur. Batı Avrupa kanadını İngiltere yüklenir. Doğu Avrupa ise Türkiye’dir. 3 üye. 3 temel üye. Gerçek bu aslında.

Artık ABD’nin NPTO (Kuzey Pasifik Antlaşma Örgütü)’na ihtiyacı var gibi görünüyor. Güney Kore, Japonya, Tayland, Malezya gibi ülkelerle oluşturulacak bir askeri birliğin Dünya’nın barışına hizmet edebileceği açıktır.

Trump diyor ki “Meksikalılar işlerimizi elimizden almak için ülkemizi işgal etmeye çalışıyorlar.” Biz ise farklı bir frekanstayız. Biz diyoruz ki bugün NAFTA olarak vücut bulan Kanada-ABD-Meksika Gümrük Birliği Yapısı’nı bir üst safhaya taşıyalım. Meksika ve Kanada ile ABD birleşsin! Bu üç dev ülkenin vergisi Washington’da toplansın. Ortaya çıkacak gücün mertebesini tahmin edebilir miyiz?

Amerika’da muhafazakarlar diyor ki “Kesinlikle olmaz! Ülkemizin İspanize edilmesine izin veremeyiz!” Halbuki böyle bir birleşmede ABD ve Kanada’nın Meksikalaşması’ndan ziyade Meksika baskın olan Anglo Kültürü etkisini yaşayan taraf olacaktır.

Seçimler’e odaklanmaya çalışmak gerekirse; Donald Trump ile Kamala Harris’in karşılıklı münazarasında korkunç tabirler dile getiriliyordu. Trump “9. ayda kürtaj yapılıyor bu ülkede!” dedi! “Ben Putin ve Kuzey Kore Lideri ile iyi anlaşıyorum. Benim arkadaşlarım onlar!” dedi Trump! Bunu iyi bir şey olarak lanse etti. Nasıl olduğunu inanın anlamış değilim. Bir de kalktı Canlı Yayın’da, Kamala Harris’a “bad woman” dedi! “Kötü kadın” yani. Bunun ne demek olduğunu, kötü kadın tabirinin ne anlama geldiğini hepimiz biliyoruz. Böylesi bir edepsizlik raddesi görülmüş, duyulmuş şey değildi.

Seçimlerin tekrarlanması ihtimali göz ardı edilmemelidir. Bu yüzden Trump’a yıkama yağlama yapma hevesinde olanları ölçülü olmaları gerektiği konusunda uyarmalıyım. Biz Türkiye, yakın tarihimizde seçim tekrarı yaşadık. Bunun imkansız olmadığını biliyoruz.

Lütfen unutmayın: Donald Trump ülkenin en köklü kurumunu hedef alan bir Başkan. Federal Büro’yu kapatmak istiyor. Federal Büro’nun kapanması demek eyaletler üzerinde merkezi hiçbir denetim olmaması demek. Yani ülkenin dağılması demek. Afedersiniz ama Amerikan Devleti bu rezilliği oturup izlemekle mi yetinecek sanılıyor?

Türkiye’nin uzatmalı yöneticisinin T.C. Anayasa Mahkemesi ile bir alıp veremediği var. Bunun sebebi T.C. Anayasa Mahkemesi’nin kendisi hakkında siyaset yasağı kararı vermiş olması.

Federal Soruşturma Bürosu (FBI) Donald Trump’un bulaşmış olduğu pisliği ayyuka çıkarma tutarlılığı gösterip savcılık kararı ile Trump’un mekanını basıp etrafı didik didik aramıştı. İşte Ampul Partisi Genel Başkanı ile Trump’ın birbirine benzediği nokta bu. Trump tıpkı bizdeki gibi devletin temel taşlarını kendi şahsi tatmini uğruna feda ediyor ve Federal Büro’dan intikam almaya çalışıyor.

Son Başkan Biden çok eleştirildi. Halbuki Joe Biden iyi bir Başkan’dı. Ofise geldiğinde Kongre yağmalanmıştı ve Amerika’nın onlarca parçaya bölünmesi konuşuluyordu. O ülkeyi sakinleştirdi. Biden tansiyon düşürücü idi. Trump ise tansiyon yükselticidir.

Kamala Harris hedefine tırmanan bir kişiydi. Trump ise hedefine tepeden inme bir tipti.

Başkan Adayları anıtsal vaatler vermekten kaçındılar. Rahmetli Kennedy gibi “10 seneye kalmadan Ay’a gideceğiz!” diyebilecek özgüvende bir Başkan ABD halen çıkaramadı.

ABD bir süpergüç olmanın yanında süpergüç tayin eden bir güçtür. ABD Ruslar’a verdi gazı “Sizinle yarışıyoruz” diye. Ruslar’da zannettiler ki Amerika ile aşık atabilir haldeler. Amerika uzay çalışmalarını yürütürken zenginlik içinde yüzüyordu. Ruslar ise uzaya roket göndereceğiz derken ekmek kuyruğunda bekliyorlardı. Şimdi ABD aynısını Çin’e yapıyor. Diyor ki “Vay be Çin! Bizden bile iyi vaziyettesin. Öf be! Ne heybetli ülkesin yahu.” Çin’de kaptırıyor kendini bu yalana. Birkaç tane tünel,

birkaç tane uzun viyadük yaptı diye kendini Amerika ile yarışabilir sanmaya başladı Çin. Lütfen sadece haritaya bakın. Çin’e bakın. ABD’ye bakın. Hangisi daha zengin görünüyor size? Amerika’nın en büyük serveti topraklarıdır. Yer üstü ve yer altı kaynak zenginliğinin tavan yaptığı coğrafyadır Amerika.

Amerika’da bir Trump hiperenflasyonu var: Trump aşağı, Trump yukarı. Trump’lı Trumplaşma Trumplanabilir bir Trump ortaya çıkaracak diye bir beklenti.

Trump nasıl bir karakter şöyle özetleyeyim: Yolda araba sürerken kaplumbağa gördüğünde duruyor. Kaplumbağayı ters çevirip ölüme terk ediyor. Ve bundan zevk alıyor. Mutlu oluyor böylece. Böyle bir kişilikten bahsediyoruz.

Dünya’da şöyle bir beklenti oluştu: Trump kafayı bulacak. Zil zurna sarhoş vaziyette bütün Dünya’nın Amerika’ya olan borcunu silecek. “Bırakın beni! Kimse bize borçlu olmak zorunda değil! Belgeyi getirin layn! İmzalıycam hemen!”

Şaka bir yana ABD’ye en çok borcu olan ülke kim biliyor musunuz? Fransa? İngiltere? Çin? Japonya?

Amerika’ya en borçlu ülke Amerika’nın ta kendisi. Devlet kurumlarının devlete borçları muazzam bir boyuta ulaşmış vaziyette. Hatta bu borcun tamamının tahsil edilmesinden ümidini kesenler bile var.

ABD Başkanları’nın eşlerine “First Lady” deniliyor. Yani “İlk Hanım”. Benim kafamı kurcalayan şu; ilki varsa sonrası da var demektir. Olmuyor mu? Yine de bu mevzuyu pek deşmesem iyi olur sanırım.

Donald ismi avantajlı bir isim. Donald Amca vardı. Ördek. Yani Başkan Adayları’ndan birinin adı Miki olursa bu avantajdır.

Amerika tek başına bu Dünya’yı yarınlara kavuşturmayacaktır. Bunu birçok devletin ortak çalışması başaracaktır. Ve ancak bu ülkü Amerika’sız olamayacaktır.

Son çeyrek asırda ABD anıtsal nitelik taşıyabilecek herhangi bir başarı elde etti mi? Uçağı icat etmek, uzaya çıkmak, Empire State Binası’nı yapmak gibi… Devasa bir başarı. Var mı?

Trump bir protesto olabilir. Dünya’yı mahvetmek isteyenler… insanlığın yok olmasını isteyenler… hayattan bıkanlar… bu kitle protesto olarak Trump’a oy veriyor. İnsanları yaşama küstükleri için suçlayabilir miyiz?

ABD tarihinde 3 seçimde aday olacak kadar aç kaç Başkan oldu acaba?

Afrika kökenli bir kadın olarak Kamala Harris’in ABD Başkanlığı yarışına girebilmesi bile büyük bir başarıdır. Azınlığa mensup bir kadın olarak hayatının her aşamasında engellerle yüzleşmek zorunda kalan birinin bu mertebeye ulaşabilmesi taktir uyandıran bir durum.

Size Kamala Harris ile Donald Trump arasındaki farkı şöyle ifade etmeye çalışayım: Kamala Harris New York Times Gazetesi’dir. Donald Trump ise New York Post Gazetesi’dir. New York Times saygındır. Ciddidir. Dünya’nın en çok satan gazetesidir. New York Post uzaylıları ve kaplanlarla güreşenleri manşetine taşıyan bir gazetedir. New York’un en çok satan gazetesi New York Times’dır. New Yorklular’ın en çok okuduğu gazete ise New York Post’tur.

Trump’ın bünyesinde “Dünya’dan nefret eden Amerikan” profili oluşuyor.

Bir iyimserlik havası takınmaya çalışıyoruz. Trump’a şirin görünmeye çabalayanlar mevcut. Sanki biz iyi düşünürsek Trump iyi olacak… Adam ırkçı, adam cahil, adam sabıkalı ve adam Amerika’nın zirvesinde. İçinde bulunduğumuz tehlikenin farkında mıyız acaba?

Amerika’da seçim sonuçlarına karşı çıkan bir gösteri yapılmamış olması durumu daha da vahim hale getiriyor.

Müttefiğimizin anti-sosyal bir üslup kazandığı bu dönemde biz Amerika’dan biraz uzaklaşırsak ve diğer güçlerle yakınlaşma çabası içerisinde olursak daha doğrusunu yapmış oluruz. Yani Amerika’nın rahatsız edici durumunu fırsat olarak görüp diğer ülkeler ile yakınlaşma bahanesi olarak kullanmalıyız.

Çin Doğu Akdeniz’de (Kıbrıs’ta) bir askeri üs açmak ister mi acaba?

Filistin Türk Büyükelçiliği’ni Kudüs’e taşır mıyız ki?

Amerika’dan talepkâr olacağımız yerde ABD’nin bize ihtiyaç duyduğunu hatırlatır konuları gündeme getirmeliyiz.

Kamala Harris’in seçimi kaybetmesi üzücüdür. Donald Trump’ın seçimi kazanmasına sevinmek ya da sevinir görünmek zorunda değiliz. Şu konuda net olalım: Önümüzdeki dönemde ne yapacaksak kendimiz yapacağız. ABD’den bir fayda gelmeyeceği belli.

Geçmiş olsun Amerika.