Bu yıl ağırlıklı olarak tarihi kitaplar okudum. Özetle, Sümerler, Akatlar, Mayalar, Aztekler, Urartular, Hititler, Babil, Asurlar, İnkalar ve yüzlerce yok olmuş kavimler, imparatorluklar, devletler…
Arkeolojik çalışmalar ile sürekli yeniden yazılan tarih, son olarak Urfa’da bulunan Göbeklitepe ile yeniden değişiyor.
Göbeklitepe bulgularına kadar, avcı toplayıcı atalarımız, 10 bin yıl önce yerleşik hayata geçmiş diye bilirdik. Ancak Göbeklitepe’de görüldüğü üzere 13 bin yıl önce burada birileri tapınaklar, binalar yapmış yani yerleşik hayata geçileli en az yüz yıllar olmuş…
Arkeologlar tarihi araştırmalarını yazıtlar, heykeller, mezarlar ve resimler üzerinden okuyorlar. İskelet kalıntılarından, diş yapısından insanların nasıl yaşadığını, neler yediğini, nasıl öldüğünü veya öldürüldüğünü ve bunun kaç yıl önce olduğunu bulabiliyorlar.
Okuduklarımızı ve kendi çapımızdaki araştırmalarımızı özetleyecek olursak, yerleşik düzene geçiş ile, kurallara kaidelere dayalı bir düzenlemeye ihtiyaç duyan insanlar, aralarından bir lider seçmek yerine güçlü birinin kendini lider ilan etmesiyle başlamış.
Kendi kurallarını koyan kral, sözünün dinlenmediği zamanlarda devreye tanrıları sokmaya başlamış. Bu devirlerde bir de diyar diyar dolaşıp ahaliye masallar anlatan masalcılar türemiş. Bu anlatıcılar / Şamanlar, tanrılara olağan üstü güçler yüklemiş, binlerce güçlü tanrı kültü ile insanları yönlendirmeye başlamışlar. Güneş tanrısı, yağmur tanrısı, rüzgâr tanrısı derken, erkek tanrılar, dişi tanrılar, birbirleri ile evlenen tanrılar savaşan tanrılar… Her hikâyenin sonunda dünyadaki işlerini bitiren tanrılar göklerdeki köşklerine çekilirken yer yüzünü yönetmesi için yetkiyi krallara devretmişler.
Tanrılardan güç alan krallar, tanrılara adaklar adayıp erkek evlatlarını kurban etmeye başlamış. Erkek oğlunu tanrıya adayan kralın gücüne ve inancına saygı duyan halkı da kralı gibi erkek evladını tanrılara adamaya kurban verme başlamış. Yüzlerce binlerce yıl devam eden gelenekler zamanla değişime uğramış. Evlat yerine cezalılar, günahkârlar kurban edilmeye başlanmış. Sonraki yıllarda kurbanlar ve adaklar kölelerden seçilmeye başlanmış.
Tamamı insan olan ve avcı toplayıcı olarak karnını doyuran insan, yerleşik hayata geçişle birlikte kendi getirdiği düzende sınıf yaratmaya başlamış. Krallar, avamlar, köleler olarak sınıflandırılan insanlar kaderlerine razı olmuşlar. Çünkü gelen emir tanrılardan geliyor. Karşı çıkılırsa şimşekler çakıyor, afetler oluyor ya da kuraklık ve kıtlık oluyor. Tanrıları memnun etmek ve kızdırmamak içi inşa edilen sunaklarda canlı canlı insanların kalpleri çıkarılarak tanrılara sunulmuş. Tanrılar istediği için savaşılmış, tanrılar istediği için kurban olunmuş.
Avcı ve toplayıcı olarak ortaya çıkan, vahşi doğada aslanlara kaplanlara karşı yaşam mücadelesi verirken, düşünüp sorgulamaya başlayan ve 3 buçuk milyon yıl sonra yerleşik hayata geçen, insani dayanışma, sosyal yardımlaşma ile bir müddet rahat hayat yaşayan insanlar, zaman içinde insan tanrılardan korunmak zorunda kalmışlar. Tanrının sözcüsü krala karşı çıkan vahşice katledilmiş, derisi yüzülmüş, çeşitli işkencelerden geçmiş. Kralın emri ile savaşıp ölmüş…
İnsan tanrılardan ilk vaz geçen Sümerler olmuş. Sümerler, Asya’dan gelen çekik gözlüler ile bölgedeki kara kafalıların Mezopotamya’da kurduğu devlet. Sümerler, yeryüzündeki binlerce tanrı ve onların sözcüleri krallar yerine alemi ve doğayı yaratan tek bir ilahi güç olan tanrıya inanmışlar. Tanrının insan sözcüsü olamaz. Tanrı mesajını doğa ile veriyor deyip doğa ile birlikte yaşayıp araştırmaya başlamışlar. Tekerliği, yazıyı, matematiği, doğa ve uzay bilimini bulmuşlar. Sümerler Türkler ve Kürtlerin kurduğu imparatorluk, bölgeye işçi sığınmacı olarak gelen Akadlarca zaman içinde darmadağın edilmiş ve çökmüş. Akadlar yani Araplar buralarda yeni imparatorluklar kurmuşlar…
Günümüzde hala din, ırk, egemenlik savaşları bölgede devam etse de insan tanrılar döneminde çektiğimizi kimseden çekmemişiz vesselam !