DEVLETTEN İSTEDİKLERİM

Abone Ol

“He yani istediğin oldu da iş istediklerine geldi ha?”

Tüm devletlerin zaten doğal sayılan görevlerini devletten istemek devleti rencide edebilir. Çünkü bu söz konusu devletin temel sorumluluklarını yerine getirmekte zorlandığının kanıtı olur. Bu sebeple sağlık, güvenlik, eğitim, ulaşım ve altyapı mecralarında devletimizin günün ihtiyaçlarını karşılamanın yanında bu sahalarda yeni uygulamaları geliştiren bir mertebede olmasını beklemek normaldir. Bu konuda istekte bulunmaya gerek olmadığına kanaat getirebilmek güven verici olur.

Biraz tuhaf gelebilir. Ve ancak Dünya’ya ilk defa bakan bir uzaylı gözüyle Yerküre’nin coğrafyasına fezadan bakıp şu soruyu kendine sorunca: “Acaba en zengin ve müreffeh yerler neresi?” ellerin iki noktayı işaret edecektir: Anadolu ve Panama.

İkisi de kıtaların kavşak ve kesişme noktasıdır. İkisi de gezegenin en cafcaflı ve trafiği en yoğun noktalarıdır.

Bu sebeple devletimizin çok zengin olmasını beklemek istenebilecek bir şey olmanın dışında; zaten doğal olan sonuç olmalıdır.

Bir örnek; Bugün Dünya’da, piyasada dönen elmasın %20’sinin antik elmas olduğu düşünülüyor. Yani madenden çıkarılmamış. Arkeolojik çalışma esnasında bulunmuş antik elmaslardan bunlar. Dünya elmas piyasasının %20’si ne demektir biliyor muyuz? Trilyon Amerikan Doları seviyesinde bir meblağdan bahsediyoruz. Uganda’yı 3 senede Mars’a götürebilecek mertebede paradır bu. Bu parayı Dünya ülkelerine borç verirsin, gündelik getirisi ile gül gibi geçinirsin.

Niye bunu konu ediyoruz? Çünkü Türkiye arkeolojik açıdan Dünya’nın en zengin ülkesidir. Evet. Mısır’dan bile daha eski ve daha kapsamlı bir yer altı medeniyet kalıntısı hazinemiz var. Yıllardır yabancı arkeologlara ülkemizde araştırma yapma imkanı verip bir de üstüne teşvik için kaynak ayırdık. Niye? Çünkü ihtiyacımız vardı. Arkeolojik kalıntı toprağın altında çürümektedir. Tamamen yok olmadan bu buluntuları yeryüzüne çıkarmak gerekiyordu. Bu sebeple özellikle Alman arkeologlara Türkiye’de faaliyet göstermeleri için tüm yollar açıldı.

Bunun sebebi devletin üniversitelere ayırdığı bütçe ile ilgiliydi. Üniversiteler detaylı sanatsal ve ilmi aktiviteler ile çalışmalar yürütebilecek cüssede kaynak ile desteklenmediler. Bu sebeple kendi akademisyen ve araştırma görevlilerimizin yürüttüğü çalışmaları projelendirebilmek için 1990’lı yılları beklememiz gerekti. Yani bir nevi tamamen yağmalandıktan sonra.

Arkeolojik hırsızlık devletler ya da kültürler ile alakalı değildir. Çalışma esnasında en yakın köyden bulunan işçiler yeri süpürürlerken yakut bulurlarsa bunu anında iç ederler. Yani arkeolojik çalışma heyetinin falan bundan haberi olmaz. Yani arkeolojik hırsızlık genelde planlı ve sistematik bir durum değildir.

Dünya elmas piyasasının %20’si olan antik pırlanta miktarının %10’nu bizim coğrafyamızda bulunmuş ise -ki %10’dan fazla olacağı kesindir- muazzam bir milli servetten mahrum kalmışız demektir.

Yani velhasıl kelam; Anadolu her haliyle yeryüzünün en zengin içerikli coğrafyasıdır. Arkeolojik, madeni, kültürel, doğal ve konumsal açılardan Arz’ın merkezi denilebilecek yerdir Anadolu. Bu sebeple burada hüküm eden devletten bazı isteklerim olduğunu gizlemeyeceğim. Hatta liste bile yaptım. Bence siz de yapın. “Devletten İstediklerim” diye. Ve ancak yeni kış lastiği istemeyin bence. Devletsel şeyler istemek gerekli bana sorarsanız.

Ben şunu anladım: Devletten istekler içerikli bir listeleme yapmanın sonu gelemiyor. Ne de olsa her istenilen olacak ya? Liste kabardıkça kabarıyor. Başta herkes için sağlık sigortası isterken, ileri de “Yıl boyunca herhangi bir muayene olmayan ve E-Nabız üzerinden randevu almayan vatandaşlara yıllık en az 1.000TL ödeme yapılmalı!” diye istekleri gündeme getirmeye başlıyor bünye.

Millet ile devleti birbirine bağlayan kelime: Evet. Millete “evet” demeli devlet öyle değil mi? Devletin “evet”ini, “tamam”ını alabilmenin mümkün olduğuna inanıp bakıyorum ve görüyorum ki ben devletten neler istiyorum:

-Marmara Denizi’nin kurtarılmasını istiyorum. Marmara Denizi Kutup dairesinde ki alan gibi doğal koruma alanı olsun gerekirse. İçinde yüzdüğümüzde uzuvlarımızı mantar ve iltihap basmayacak bir Marmara Denizi istiyorum. Aral Gölü kurudu. Dünya’nın en büyük üçüncü ve Dünya’nın en derin birinci gölüydü. Kurudu! Marmara kurursa İstanbul ölür. İstanbul ölürse Anadolu böbreksiz kalır. Allah muhafaza. Vaziyet çok kötü ve korkunç. Devlet, sen diyorsun ki “İş iyice berbat hâl alınca uluslararası camia müdahale etmek isteyecektir. Böylelikle cebimizden Kuruş çıkmadan Marmara’nın temizlenmesi işini dış ülkelere yıkabiliriz.” Böyle dememeni istiyorum. Marmara Denizi’nin kurtarmanın asli yolu onu korumaktır. Onu daha az pisletmektir. Ona daha az atık atmak demektir.

“Problemin varlığını kabul etmezsek o sorun gerçeklik dışında kalır. Böylece sıkıntı kendiliğinden ortadan kalkar.” diyebiliyorsun devlet. Deme. Rahatsızlık tespit edildiyse bunun üzerine git. Müdahale et ve çöz lütfen.

-Sınır Güvenliği’mizin sıkı sıkıya sağlanmasını istiyorum. Devlet, özellikle Doğu ve Güney sınırlarımızda ne olduğu belli değil. Dağlardan tepelerden insanlar diledikleri gibi Türkiye’ye yürüyerek göç edebiliyorlar. İranlı altın kaçakçıları dağlardan eşek sırtında tonlarca altını Türkiye’ye taşıyorlar. Suriye ve Irak’tan Türkiye’ye oluk oluk “emekli terörist” akıyor. Bunlar 10 yıl boyunca aktif teröristlik yapmış ve ancak şimdi yerleşik ve barışçıl bir aile hayatı isteyen suçlular. Türkiye’deler. Ülkemizin toplam nüfusuna oranladığımızda sokakta gördüğümüz her 10 kişiden 3’ü sabıkalı. Bu biz suç işlediğimiz için değil. Adam Suriye’de sayısız suç işlemiş. Gasp, darp… Sonra gelmiş Türkiye’ye. Sokakta herkesin içinde…

Sınırlarımızı koruyamazsak ülkemiz suçlu yuvasına döner. Bu iş sadece kara sınırlarımızı korumak ile bitmiyor. Sahillerimize her gün onlarca mülteci taşıyan botlar, tekneler, kayıklar yanaşıyor. Bunlar haber dahi olmuyor.

Bu konu ile ilgili ABD’yi örnek almanın yanlış olmadığını düşünüyorum. Yani sınır boyunca duvar. Devlet, bu ayrıca seni güçlendirir. Elinde bir pazarlık kozu olur. İleride Irak, Suriye, İran, Ermenistan duvarı kaldırmanı isteyebilirler. Bu sayede onlara birtakım dileklerini yaptırabilirsin. Seni ikna etmek istiyorum ve çünkü devlet; olabilecek en iyi sınır güvenliğini istiyorum.

-Fabrika ayarlarına dönmek istiyorum devlet. Misak-ı Milli ve Cumhuriyet ilkelerine sarılmak istiyorum.

-Kıbrıs’ta tutarlı ve yırtıcı siyaset istiyorum. 20 senede Kıbrıs’a iki kere ayak basan devlet yönetimi istemiyorum. Kıbrıs “soğumaya bırakılacak” bir husus değildi. KKTC varlığı tanınmalı. Kıbrıs’taki Türk varlığı tanınmalı.

Kıbrıs’ı deniz altı tüneli ile anakaraya bağlamayı başarırsak… Belki o zaman saplantılı bir politika ile Kıbrıs Türkü’nü yok saymaya çalışan AB Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni tanımak zorunda kalabilecektir.

Birileri tüm Dünya’ya Kıbrıs Türkü olmaz ise Kıbrıs Rumları’nın yaşayamayacağını anlatmalı. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin altyapısal tüm ihtiyaçlarını KKTC görmektedir. İçme suyu KKTC’den gelir. Daha ne denir ki?

Devlet, bu davada hımbıllık yapmamanı istiyorum. Tüm bürokratların, diplomatların, siyasetçilerin vs… girdikleri her ortamda Türk’ün Kıbrıs’taki haklılığını anlatmalı. Yoğun kulis ve lobi yapmanı istiyorum. Bu konuyu hakkıyla çöz istiyorum.

Kıbrıs’ta iki taraf var. Biri diyor ki “Onlar yanlış, biz doğruyuz.”. Biri ise diyor ki “Onlar doğru, biz de doğruyuz.”

Kıbrıs’ta doğruluğun hakimiyetini istiyorum.

-Doğu Türkistan ile ilgili olarak Çin ile muhatap olmanı istiyorum. Bu konuda faal olmak kültürel asimilasyonun etkisini azaltmanın yanında şöyle bir kazanç getirebilir: Çin ile münakaşaya varacak derecede fikri çatışma yaşanması ülkemizin uluslararası popülerliğini artırabilir.

-Türkmeneli Cumhuriyeti idealini savunmanı istiyorum. Bu bağlamda netice alınmayacaksa dahi, yine de bölgede Türk’ün elini kuvvetlendirici bir kart olarak Türkmeneli Cumhuriyeti’ni gündemde tutmak faydalı olabilir.

-Türkî Cumhuriyetler ile nihai entegrasyona ulaşmanı istiyorum. Bunu AB ile birleşme hedefine zıt bir gaye olarak nitelendirmiyorum. Bir ülke, iki ayrı birliğe üye olabilir. Hem NATO hem de AB üyesi olmak gibi.

Ve fakat bu davada zayıflık gösterdik. Son 25 yılda Türkiye’nin en üst yönetimi Kazakistan’ı 3 defa bile ziyaret etmedi.

Orta Asya’yı İslam’ın egemenliğinden uzak bir şamanlar diyarı olarak göstermeye çalışanlar bile oldu. Ne zaman ki Türkî Cumhuriyetler’in desteği ve onayından yoksun bir Türkiye’nin ayakta kalamayacağı anlaşıldı, işte o zaman zibil gibi Türkî Cumhuriyetler temalı kurum ve sivil toplum örgütü meydana geldi. Aniden oluşup sadece 3-5 sene faaliyet gösteren bu göstermelik girişimleri Türkî Cumhuriyetler yemedi tabii.

Bu ülküye ulaşmamızın öncül yolu hükümetin değişmesidir.

-AB ile ilişkiler. Türkiye’yi AB üyesi yapmanı istiyorum. Çünkü Türk için, insanlık için, İslam için doğru ve faydalı olan bu.

-Yurtta bir Dünya Futbol Kupası misafir etmek. Bu çok önemli.

Türk Kültürü baskın bir kültür. İnce belli çayı, baklavası, fesi, nargilesi, döneri, baş döndüren ibadethaneleri, tarihi, Ayasofyası vs. ile akılda çok yer edici bir ulusal kimliğimiz var. Eğer Dünya’nın ilgisi bir ay boyunca bize yönelirse Türk Kültürü yeryüzünün en popüler kültürü seviyesine uzanabilir. Dünya Kupası’na ev sahipliği yapabilirsek ikon millet olabiliriz. Bunun farkında olanların engellemelerini bertaraf etmeli ve Dünya’nın en dikkat çekici sportif organizasyonunu ülkemizde düzenlemeliyiz.

Ayrıca bu turnuvada bir de lütfen Şampiyon olmanı istiyorum.

-İstanbul ile Ankara arasında tüm yolculuk boyunca yer altında ki bir tünelde seyahat edecek Mermi Tren projesini gerçekleştirmeni istiyorum. Bu tren ile Ankara-İstanbul arası 50 dakikaya inebiliyor.

Bir şeyin İstanbul-Ankara arasını yapınca tüm yurtta yapıldı sanıyoruz bazen. Halbuki durum pekte öyle değil. Bugün halen İstanbul’dan Kars’a tren ile gitmek bir eziyet. Efendim işte “Doğu Ekspresi”ymiş, “Çok otantik”miş falan geçiyorsun bunları. Treni tepesinden dronla çekip videosunu yayınlayınca çok matah bir şey sanılıyor ve ancak bahsettiğimiz tren saatte 50 km ile gidiyor. Lapada lapada ses yapıyor. Bizim, ülkemizde + biçiminde modern bir demiryolu ağına ihtiyacımız var.

Lokomotifler, trenler üretmeni istiyorum.

-Ormanlaştırma yapmanı istiyorum. Orman arazilerinin vakit geçtikçe artmasını istiyorum.

-Uzayda var olmanı istiyorum. Sadece bu sahada kuvvetli olan ülkelere yetişmeni değil, ufkumuzu genişletici gelişmeleri üretmeni istiyorum.

-Gerçekten ve orijinal yerli projeler yapmanı istiyorum. Yaptırmanı değil, yapmanı istiyorum.

-Paragraf uzunluğunda isme sahip köprü değil; Boğaziçi Köprüsü’nü istiyorum.

-Devletin zirvesinin yeniden siyasetin üzerinde ve her vatandaşa eşit mesafede olmasını istiyorum.

-Dünya’nın en büyük ve en geniş içerikli kütüphanesini yapmanı istiyorum. Bunu çok önemsiyorum. İleri ülkelerin hepsi milli kütüphaneye büyük ehemmiyet verirler. Milli Kütüphane devlete diğer ülkelerle münakaşaya girdiğinde “Elimde konu ile ilgili yazılı belge var!” deyip bunu ibraz etme yetisi kazandırır. Böyle bir kütüphane yurdumuz ve Dünya’da vücut bulan yayınlanmış/yayınlanmamış sayısız eseri bünyesine katabilir.

Şehirleri yeryüzünün merkezi yapan ana unsurlardan biri kütüphanedir. Antik dönemde İskenderiye ön plana çıktı. Niye? Kütüphane. Modern Dünya’da Washington ön planda. Niye? Kongre Kütüphanesi.

Kütüphane salt olarak yalnızca kitap demek değildir. Süreli-süresiz yayınlar, videolar, filmler, maçlar, yarışlar, bilgisayar oyunları, müzelerin güvenlik kamera kayıtları, bankaların müşteri hizmetleri kayıtları, kitaplar, bloglar, web siteleri, yayınlanmış tüm müzik albümleri, ansiklopediler, el yazmaları, tarihi eserler, parşömenler, tabletler, hiyeroglifler vs…

“Çocuksu…”

‘Daha ziyade ergensi sanki?’

-Devletten küresel çapta istekte bulunabilmek istiyorum.

Dünya’nın bir tüketim sorunu var. Yeterince tüketemiyoruz. Evet. Yeterince tüketemiyoruz. Şöyle bakalım konuya lütfen; bu Dünya’da herkese yetecek kadar içme suyu vardır. Dünya herkese yetecek kadarını sunmaktadır. Ve ancak gel gör ki biz insanlar bu suyun küresel dağıtımını başaramamışız. Dünya’nın her yerine suyu ulaştıramamışız. Hâl böyle olunca su tüketilmeden denize akadurmuş. Böylece deniz suyu seviyesi yükselir olmuş. Deniz suyu yükselince onun etrafındaki hava kütlesi sıkışır olmuş. Deniz seviyesinin biraz yükselmesi bile tüm gezegen ele alındığında havayı aşağıdan oldukça muazzam bir derecede sıkıştırır. Sıkışan hava refleks gösterir ve yükselir. Hava yükselince yoğunluğu azalır ve genişlemeden mütevellit kısmî yırtıklar oluşur. Bu yırtıklardan Güneş ışığı filtresiz biçimde yeryüzüne ulaşır. Bu, doğal afetlere (kasırga, dolu, hortum, kuraklık vs) neden olur.

Sadece suyu adam akıllı tüketemediğimiz için.

Bu durumda devlet, lütfen uluslararası su yolları inşa et. İsveç’in eriyen kar sularını Tuvalu’ya taşı. Borular ile! Bunu çok, çok istiyorum. Susuzluktan bir tane bile insanın ölmediği bir Dünya istiyorum. Bu gezegen su gezegeni. Buranın hakim canlı türü susuzluk yaşamamalıdır.

Kimsenin çözümüne cesaret dahi edemediği bu konuyu çöz lütfen. İnsanlığın su sorununu çöz.

-Yerkürenin nükleer silahlardan arındırılması için kamuoyu oluşturmaya çabalamanı istiyorum. 

-Yolsuzluktan arınmanı istiyorum.

-Gerçek Anayasa’ya bağlı kalmanı ve adaletli-medeni hukuka saygılı olmanı istiyorum.

-Terbiyeli olmanı istiyorum. Son 20 yıldır üslubunda epey bir bayağılaşma oldu. Bundan kurtul istiyorum.

-Fen-ilim-irfan-lisan odaklı eğitim sunmanı istiyorum.

-Yalan kayıt tutmamanı istiyorum. Son birkaç yıldır bunu huy edindin. Sokakta enflasyon %400, sen diyorsun ki %10. Kayıt tutmak ilahi bir eylemdir. Yapılan alış-verişin kaydının tutulması bizzat Hz. Peygamber tarafından sağlık verilmiştir. Bu işi asla adice yapmamanı istiyorum.

-Örnek olmanı istiyorum.

-Evde geçirilen tatilin iyi tatil olduğunu onaylamanı istiyorum.

-Ara sıra zeka pırıltısı gösterip espri ve şaka yapmanı istiyorum.

İstiyorum da istiyorum. Daha fazla istedikçe daha fazla isteğime karşılık bulamamış oluyorum. E artık soruyorum, yüce devlet; senden ne isteyebiliyorum? Bileyim ki ona göre isteyeyim. Çünkü benden yana istemenin, devletten istemenin, hele ki Türkiye Cumhuriyeti’nden istemenin bir sonu olmaz, olamaz.