DAĞINIK KALSIN

Abone Ol

Yazılı çalışmalara daima bir ilkokul çerçevesinden bakanlar olmaktadır. “Giriş-Gelişme-Sonuç olmalı sırasıyla!”, niye yav? “Tekrardan kaçınılmalı!” da; neden ki yahu? Yani tamam yaygın kuralların doğruluklarını ben de destekliyorum ve ancak her zaman her yazı aynı metodu kullanmak zorunda değil ki. Kimileri TRT Radyo Fasıl Program açılışı gibi “Kıymetli ve değerli takipçilerimizi saygı ve sevginin üzerine hürmeti de ekleyerek selamlıyor, hepinizin ense kızartan Güneş gibi aydınlık bir gün geçirmenizi temenni ediyoruz ve istirham ediyoruz: lütfen…” eeeh be! Böyle mi olsun kompozisyon girişleri yani?

Açıkçası apolitik bir anlatım hedefliyorum. Ve fakat ülkemizde olağanüstü bir durum var: 23 yıldır süren aynı hükümet durumu var. Dünya’nın çoğu ülkesinde böyle bir vaziyet yok. Yani siyasetten tamamen uzak kalmak memlekete yabancı durmaya benziyor.

Geçtiğimiz hafta devletin yönetim kurulu başkanı “Artık Türkiye Dünya sıralamasında 17. sırada! Helal olsun bize!” şeklinde açıklamalar yaptı. Bir derin nefes al önce. Tut. Bırak. Yıl 1998; Türkiye Dünya ülkeler ekonomik güç sıralamasında G. Kore’nin ardından 13. sırada bulunmakta. “Sadece 4 basamak gerilettik! Daha ne olsun değil mi?!” biçiminde bir açıklama. 23 yıldır “Türkiye’yi ilk on ekonomi arasına sokacağız!” netice: 4 basamak gerilemeyi kutlama yaparak açıklayış. De get hade be!

Suudi Prens Kolezyum’u satın alsın mı? Zenginin malı züğürdün çenesini yorarmış. Da çene çok zor yorulan bir uzvumuzdur. Bunu unutmamak gerek. Suudi şeyhler Avrupa’da statları satın alabiliyor. Hatta takımları/kulüpleri külliyen satın alıyorlar falan. E Kolezyum’da bir stat sonuçta. Antik bir stat. Zaman gayrı menkulü satılmaz hale mi getiriyor yani? Kalkıp Sistin Şapel’ini satın alsın demiyoruz. Ve ancak Kolezyum, Piza Kulesi falan satın alınamaz mı?

Suud demişken;

-Abi bu kılıcı buraya ucu yukarı bakar vaziyette kim koydu?

“Kılıca mı oturdun?”

Turşu dondurması. Amerikan icadı.

Amerikanlar’da şey olayı vardır; “uzaylılar anca bizimle irtibata geçer” algısı. Nedense Dünya dışı varlıklar hep ABD ile iletişime geçer. Bu sebeple en entel, en lümpen Amerikanlar bile ucundan kıyısından mutlaka bir uzay muhabbetinin içine dalar. UFO var mesela. Unidentified Flying Object. Yani Tanımlanamayan Uçan Obje. Şimdiler de yeni bir hadise var: UDO – Unidentified Driving Object. Yani Tanımlanamayan Kara Aracı. Tanımlanamayan Deniz Aracı mı Canlısı mı olduğuna pek ayamadık daha.

Geçtiğimiz yaz mevsiminde gazetelerde bir haber dikkatimi kenetledi. 3 hafta önce ölmüş bir kadının doğum yapması ile ilgili bir haberdi. Kadın öldüğünde 8 aylık hamileydi. Ve çocuk sağlıklıydı. Kadının beyin ölümü gerçekleşmiş olmasına rağmen yapay yoğun destek ile kalbini atar tuttular. Ve çocuk yaklaşık bir ay sonra doğdu! O zaman 20-40 yaş arası mefta kadınları yapay rahim olarak kullanalım. Ölülerine bile rahat yok hesabı. Oha be bilim!

Elemana “Ezan’daki zamir ‘ben’ mi, ‘biz’ mi?” diye sordum. Kitlendi kaldı. Bozdu kendini “Bana bunu bile bilmiyorsun demeye mi getiriyorsun?” diye.

Namaz çıkışı ayakkabı krizine denk gelmemiş olanımız yok gibidir. Şöyle ki; namaz çıkışında herkes kapıya doğru yönelirken cemaat ayakkabısını hızla giyer ve çıkışı tıkamadan seri bir biçimde ibadethaneyi tahliye eder. Ancak bazen bazısı ayakkabısını bir türlü giyemez. Bir tıkanma başlar ardında. Sonra ayakkabıyı tam giymişken bunun kendi ayakkabısı olamadığını görür. Arkasında yığılma olmuştur. Caminin içinde cemaatten parmak ucuna kalkıp ileride ne olduğunu görmeye çalışanlar olur. Tabii ulviyetten ötürü kimseler “Ya yürüsenize kardeşim!” falan demez. Boğaziçi Köprüsü trafiği değil bu. Adama “Amca ökçesine basıp şuraya çıksan da aksa insanlar?” dersen cevap “Oyun mu oynuyoruz biz burada!” dır.

Abi adamlar camiye VIP giriş yapmış. Cami önünde vale falan…

Küçüklüğümden beri merak ederim: Denizler göğün maviliğinden ötürü mavi ise niye gökten koyu? Koyu mavi demek daha mavi demek. Daha mavi olanın az mavi olana renk vermesi daha mantıklı değil mi? Belki de denizde cümle mikrobik canlı mahlukatın birleşik rengi mavi diyesim geliyor.

İyi olmak için sevmek zorunluluğu bulunmaz.

Beyaz eşya reklamında çamaşır makinesine Türk Bayrağı koyup yıkanışını göstermek sakıncalı mıdır? Aynen. Türk Bayrağı. Gücüne mi gitti? Türkiye Bayrağı mı denilseydi? Yurt dışında yaşayan 9 milyon Türk’ün değil de sadece Türkiye’nin Bayrağı anlamında mı? Türk Bayrağı Türk’ün Bayrağıdır. Nerede olunursa olunsun. Bundan mütevellit ismi, adı, namı, şanı Türk Bayrağı’dır.

Kıymetli Domaniçliler; artık İstanbul’da veya herhangi bir yerde Domaniç’i bilmeyenler beni bilmesin haline geldim. Adam Tonyukuk, Yenisey bilmiyor milliyetçiyim diyor. Adam Söğüt-Domaniç bilmiyor Osmanlıcılık taslıyor. Sıkıldım bu vaziyetten. Bunaldım. Ben utandım bu vaziyetten yahu. Adam annemin dilini konuşuyor. Türk yani. Ve ancak kendisini Türk yapanın ne olduğu ile ilgili bir malumatı yok. Ben bu kişiye ne anlatayım öyleyse? Ötüken’i, Karakorum’u bilmiyor. Aral-Baykal bilmiyor. Dede Korkut bilmiyor. Ural-Altay bilmiyor. Maveraünnehir bilmiyor. Horasan’ı, bozkırı bilmiyor. Bilmiyor. Çünkü Domaniç’i bilmiyor!

“Abi dağınık kalsın dedin de; kelsin abi sen. Ne dağınık kalsın anlamadım.”

E peki! Tara o zaman ne diyeyim! Jöle falan sür.