Bahçelerde maydanoz, gel bize bazı bazı. Gemi yan yattı. Kaptan dümeni tutmadı ve lâkin dümene tutundu. Türkler’i Türkiye’den soğutma projesinin süreklilik hüviyetine kavuşması bıkkınlık hissi verdi. İlgisizlik oluştu olanlara. GATA’yı (Gülhane Askeri Tıp Akademisi) en kuvvetli dış güçler kapayamazken iç mihrakın kalleşliği ile kapanması hazmedilir miydi? Hastanenin askeri statüsü lâv edildi ve adı “Abdülhamid Hastanesi” oldu. Bu kadar Abdül meraklısıysan yapaydın sıfırdan bir hastane, adını da Abdülhamid Han Hastanesi koyaydın!
O GATA’ki tarihi binalarının içinde 100-150 milyon Dolarlık en ileri teknoloji tıbbi makineleri vardı. Dünya’nın en ileri hastanesi iddiasındaki bir enstitü idi. Dünya’nın en iyisi olmaktan bahsediyorum. Cephede ki askerde bir güven olurdu: “Kafam kopsa GATA yerine diker.” biçiminde…
Şimdi; Domaniç, bu konuyu Türkiye’de bu biçimde ilk kez biz ele alacağız: Bundan 20 yıl evvel haberlerde “3 Şehit 6 yaralı asker” haberi verildiğinde yaralı askerlere ne olduğunu medya genellikle takip edemiyordu. Bizler de bilmiyorduk. İşin aslı şu idi; 30 yıl evvel çatışmadan ya da pusudan yaralı kurtulan her 10 askerden 8’i hayata tutunuyordu. GATA kapatıldıktan sonra bu oranın ne olduğunu duymayı haysiyetiniz kaldırmaz.
30 yıl evvel yaralı asker daha kanaması durmadan helikopter ile alınır ve hava transferi ile GATA’ya yetiştirilirdi. Ve GATA mucizesini konuştururdu.
Şimdi ise asker çatışmada ağır yaralanıyor, devlet hastanesi acil servise kaldırılıyor. Hayatında bir kez bile mermi çıkarmamış doktorların eline veriliyor.
Bahçelerde maydanoz, get hade!
Yav bu “has adamlar” son yerel seçimde seçilenlerin yarısını zindana attı be! Tartışacak bir şey kalmadı. Millet “Bekliycez geççek” vaziyetinde.
Kendimizi suçlar hale geliyoruz. Millet bütün bu olanlardan mesul değil mi yani? Haksızlık yapmayalım; Suudi Arabistan bugün ABD’de siyaseti etkileyebilen çapta bir ekonomik güçtür. Evet, ABD’yi bile etkiler. Çünkü ABD’den bir kalemde 600 milyar Dolarlık alım yapar. 6 milyar değil. 600 milyar Dolar. Bunun yanında bir de İran var. Dev çapta bir ülke. Derin bir tarihsel kültürü ve üretim alışkanlığı var. Ve İran üzerinde uluslararası ambargo var. Yani İran’ın ülke içine sıkışmış bir zenginliği var. Ne alaka? İşte bu Suudi Arabistan ile İran Türkiye’deki cumhuriyet yönetim biçimini hedef alıyorlar. İslam içinde bireylerin devletin sahibi olması fikrinin yayılmasını istemiyorlar. Çünkü o zaman krallıklar, şeyhlikler düşecek. İşte bunun için bu küresel çapta ekonomik güç olan iki ülke Türkiye’de cumhuriyet yıkıcı faaliyetler içinde bulunan Akp yapılanmasını finanse ediyor. İranlı para kaçakçısı Reza arkasına Türk Bayrağı’nı alarak devletin televizyonunda “Bu ülkenin dış ticaret açığını ben kapıyorum” diye açıklama yapacak kıvama geliyor ortam. Laçka. Yalap şalap. Vıcık vıcık. Ancak sadece kendimizi suçlamak haksızlık olur. Milli saadetimize kast eden dış güçler ve onlarla işbirliği içinde bir iç yönetim var.
Türkiye’nin genel müdürünün özgeçmişini okuyanınız var mı aranızda? Hepi topu 4-5 sayfa. Yani rahatlıkla okuyabilirsiniz. Bir özgeçmişe göre uzun ve ancak 4-5 sayfa nedir ki? Bence okuyun.
Hoşunuza gidecektir. “Yahu adam çalmış çırpmış ve hiç gizlememiş bile. Helâl olsun be!” dersiniz belki.
“Reisçiyiz abi biz.”
‘Reisinin anasının adı ne?’
“Terbiyeni bozma.”
‘Bilmiyosun di mi adını? Reisçiyim diye dolanıyosun ama reisinin anasının babasının adını bile bilmiyosun di mi? Kepazesiniz lan siz.’
Bundan 24 yıl evvel ki İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’nın seçime dahi girmeden, antin kuntin yollarla Siirt’ten milletvekili olarak ne şekilde TBMM’ye girdiğini hatırlayanlar ve öğrenenler gayrimeşru bir siyasi örgüt yapısı tarafınca tutsak edildiğimizi hemen anlar. Kendileri gayrimeşru oldukları için teröristlerle falan oturup kalkmayı dert edinmiyorlar. Amaç cumhuriyeti yıpratmak. Amaç cumhuriyetin temel kurumlarını yıpratmak. Amaç Meclis’i etkisizleştirmek.
Bahçelerde maydanoz… Kop bu gündem işgalcisi kürsü bağımlılarından. Bakalım bizim hurcumuzda neler var:
Türk bir kara toplumu olarak ele alınır. Ve ancak lütfen Türkçemiz’e dikkat buyurunuz: Yürü, Yüzmek, Yük… yü yü yü… Yürümek ve Yüzmek fiillerinin yü ile başlaması yüzmeyi yürümek kadar içselleştirdiğimizi gösterebilir. “Bu vesileyle 2030 yılı hedefi olarak Deniz Tankı askeri aracının tasarım ve üretimini tamamlayıp ordu envanterimize katma çalışmalarımıza bugünden başlıyoruz.” ..? Değil mi?
Tarkan: “Bırakın o kızı!”
Tarkan kötüleri dövdükten sonra kız: “Ya naapıyosun sen yaa! Konuşuyoduk bissadeceğ… Barbar mısın ya! Vahşi falan yani!”
Şşş? Üniversite diplomanı satabilseydin satar mıydın?
Yükseköğrenim kurumları saygınlığını berbat hale getiren mevcut yürütüm idaresi sebebiyle artık böyle soruları sormaya kadar geldi iş. Acaba Türkiye’nin en önde gelen şahsının diplomasının bile iptal edilmesi ileride diplomaları yok sayılacak milyonlara bir ön haber niteliği midir? İmam-hatip diplomasını uluslararası camia tanımayınca, kabul etmeyince ne olacak? İmam-hatip diplomasını lise diploması olarak kabul etmezse Dünya? Yaptıkları zulüm ve haksızlığın kendi geleceklerini kararttığının farkındalığından uzak bir yönetici anlayışı yetkili konumda Türkiye’de halen.
Peki yolsuzluğa karışmış özel üniversitenin mezunu müşteri memnuniyetsizliği dolayısıyla para iadesi alabilir mi? “Benim 4 sene okuyup üzerine milyon ödeyip aldığım diplomadan başkalarına 300 bine satmışsınız. Diplomanın bir saygınlığı kalmadı. Para iadesi talep ediyorum.”
Gazetemiz Genel Yayın Yönetmeni Mustafa Yiğit Bey’in geçtiğimiz hafta ele aldığı su konusu gerçekten ürpertici. Hepimiz biliyoruz: Domaniç su diyarıdır. Sadece bol değil, suyun en kalitesi Domaniç’tedir. Domaniç’in su sorunsalı içine düşmesi Aral Gölü’nün kuruması gibi yaşamsal anlamda bir alarmdır. Mutlak Son’un eşikte olduğunu gösteren bu deliller şunu da kanıtlıyor: Sonu ertelemek bizim elimizde.
Su demişken; Everest Zirvesi’nin son fotoğraflarını gördünüz mü? Dağcılar Ramazan pidesi kuyruğu gibi dizilmiş ve zirveye yığılmışlar. İtiş kakış zirveye değiyorlar falan. Yani Dünya’nın biz insanlara en
uzak noktasının bile cılkını çıkardık. Tam “Birileri bana Everest’in zirvesinden bir kalıp buz/kar getirse de eritip içsem. Acaba nasıldır?” diyecektim. Ve sonra bu fotoğrafı gördüm.
Bu rezilliğin tek sorumlusu dağa çıkış protokolünü adam gibi yapmayan otoritelerdir. Bu tür yerlere kontenjanlı giriş vardır. Aynı esnada 40’tan fazla dağcı zirve tırmanışına geçemez mesela.
-Kriko yok! Yedek lastik yok!.. ulan o zaman nasıl lastik değişçek?!
“Abi ben lastiği çıkarıp geri takınca değişmiş oluyo diye…”
-Nerelisin lan sen?
*Haşemalı yaz müzik klibi
*Kızdan tokat yedikten sonra: “Eline bir şey oldu mu bebeğim?”
*Ay’da define varmış!
*Reklam: “Falancadan başlayan fiyatlarla!!”
Falanca Lira’da duran fiyatlarla!
*Yeni İsrail… Adı Yeni İsrail ve ancak İsrail’e bir alternatif aslında.
*Lamborghini… Lamb or ghini… Yani “lamba mı? cin mi?”… Geri geri kaç basıyo bu araba?
Biz anladık: Domaniç’i korumak, muhafaza etmenin yolu bu gezegeni korumaktan, kurtarmaktan geçiyor. Ve bu bize yeni değil. Yüzyıllardır farkında olageldik bu gerçeğin. Ormanımız, suyumuz bugüne geldi. Binlerce yıldır akan pınarlarımız, yüzlerce yıl yaşında ağaçlarımızı bugüne değin getirdik. Bozmadık. Koruduk. Ve şimdi tekrar bu mücadeleyi farklı bir mertebeye taşımak zorundayız: Domaniç’i sadece buralarda değil, oralarda ve her yerde korumalıyız.